Ali Kemal

“Bu sabah Şehzadebaşı’ndaki Mızıka Karakolu'nu İngilizler bastı. Oradaki askerlerle çarpışarak neticede şimdi İstanbul’u işgal altına alıyorlar. Bilgi için arz olunur.”

Manastırlı Hamdi.

Yukarıdaki yazılar bir telgrafa ait. Milli mücadelenin en zor dönemleri, İstanbul işgal edilmiş. Telgraf ve haberleşme İngilizlerin kontrolü altında. Kuş uçsa haberleri oluyor. Bir kahraman çıkıyor ortaya. Telgrafçı Hamdi. İstanbul’un işgalini gizli gizli Mustafa Kemal’e iletiyor. Sonra kaçmayı başarıp İstanbul’dan Anadolu’ya geçerek 1. Ve 2. İnönü Savaşları’nda bizzat cephede telgrafçılık yapıyor. Çoğu gece sabaha kadar telgraf cihazının başından ayrılmıyor.

Hakkında İngilizler idam fermanı hazırlattı. Kuş uçsa bildirdi Rumeli’ye, Anadolu’ya. Mustafa Kemal’in Amasya Genelgesi’ni tüm yurda o gönderdi. Canını ortaya koydu. Nazım, Kuva-i Milliye şiirinde şöyle bahseder ondan;

«Sabah bizim asker uykuda iken

İngiliz bahriye efradı karakolu işgal etmekte iken

askerlerimiz uykudan şaşkın kalkınca müsademe başlıyor.

Neticede bizden altı şehit, on beş mecruh olup

İngilizler zırhlıları rıhtıma yanaştırıp

Beyoğlu ve Tophane'yi işgal edip.

İşte Beyoğlu telgrafhanesi de yok.

İşte Beyoğlu telgraf memurları geldiler.

Kovmuşlar.

Burası da işgal olunacaktır bir saate kadar.

Şimdi haber aldım efendim.»

Tarihin seyrini değiştiren, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasını sağlayan adı bilinmeyen kahramanlardan biridir telgrafçı Hamdi Bey. İstiklal Mücadelesi kazanıldıktan sonra kendisine yüksek maaş teklif edildi, kabul etmedi. Milletvekilliği teklif edildi, kabul etmedi. Sakarya Meydan Muharebesi’nden önce, telgrafın yetişmesi için, mürekkep almak için ceketini sattı Hamdi Bey, yıllar sonra milletvekilliği maaşını milletime yük olurum diyerek kabul etmedi. Hülasa Kurtuluş Savaşı’nın posta güverciniydi Hamdi Bey. İletişimi haberleşmeyi kendi başına yürüttü, tek kuruş dahi para kabul etmeden.

Telgraf deyip geçmemeli; çok önemliydi dönemin şartlarında. Hem karşı kuvvetlerin durumunu bildiriyor. Hem de kendi ordumuzun haletiruhiyesini anlatarak moral oluyordu halka. Bizzat Mustafa Kemal telgraf cihazının başında sabahladığı oluyordu.

Böyle kazanıldı işte İstiklal Savaşı, Hamdi Bey’in ceketi, Börekçizade Rıfat Efendi'nin kefen parasıyla. 15’lik kınalı kuzularla, Nene Hatunlarla.  Ülkeye yük olurum diye cepheye gelen tayınları yarım yarım yiyerek kazanıldı. Bir yazımda bahsetmiştim ayağı çıplak askerlerle kazanıldı.

Bir de Ali Kemal'ler vardı tabii! Milli mücadele kahramanlarından “mahluklar” diye bahseden. İngilizler için methiyeler düzen.

Şimdi yeni bir savaş veriliyor. İki konuyu birbiriyle eş tutmak yakışık kalmaz biliyorum. Lakin sağlık ordusunun verdiği bu savaşta tıpkı Manastırlı Hamdi'nin yaptığı gibi cepheden; telgraf yerine, fotoğraf gönderiyor devrin kahramanları. Moral olsun diye halka. Yorulduk! Ama hâlâ dimdik ayaktayız! Ferah tutun içinizi dercesine.  Bilimin ve mücadelenin ışığı tüm karanlıkları delecek dercesine gülüyor gözleri, omuzlarını sıyırıp aşı olurken verdikleri pozlarda. Binlerce fotoğraf yağıyor, hepsi bir yerlerden paylaşıyor fotoğrafları. Çoğu adını bile söylemiyor. Kim olduğunu dahi bilmiyoruz bu beyaz önlüklü pelerinsiz kahramanların. Kimi yan odada yatan hastasına aşı yaptıktan sonra; koşar adım aşısını vurduran, yüzünde yorgunluğun ayak izleri olmasına rağmen dudağında bir Nazım şiiri, gözlerinde zafer ışığı olan bir hemşire oluyor. Kimi 24 saat nöbetin arkasından bozulmasın diye kimsenin morali zoraki gülümseyen bir hekim oluyor. Terlerinin son damlasına kadar savaşıyorlar. Hakları dışında hiçbir şey beklemeden. Para topluyor sağlık çalışanları, annesi yoğun bakımda yatan bir çocuğa oyuncak almak için. Bizzat şahit oldum bu olaya.

Dedik ya dönemin Manastırlı Hamdileridir belki de sağlık emekçileri. Manastırlı Hamdiler olur da Ali Kemaller eksik kalır mı sizce. Kalmadı tabii. Atatürk'ün kurduğu bir partinin savunucusu olduğunu iddia eden devrin Ali Kemal'i çıktı hemen ortaya. Aşı yaptırırken verilen pozlara diline dolayarak açılan omuzları dalga konusu yapmaya çalışarak yalakalıkla suçladı tüm emekçileri. Oysa yukarda da söyledim. Çoğu görev yaptığı hastaneyi, adını, unvanını bile açıklamıyor verdiği pozda. Tek dertleri bir nebze örnek olmak. Ama devrin Ali Kemal'i rahatsız olmuş bu başarıdan.  Saldıracak yer arıyor. Oysa sağlık sistemimizin çözülmesi gereken bir sürü sorunu var. Sağlık emekçilerinin özlük hakları, 24 saat nöbet sistemi, hemşirelikte uzmanlık sorunu kıdem tazminatları... Ama ilgilenmiyor bunların hiçbiriyle Ali Kemal: Bir ağzında salyası eksik, bir de dilinde “mahluklar” kelimesi saydırıyor emekçilere. Ne yalakalıkları kalıyor, ne poz kesmeleri.

Bu savaşı öyle ya da böyle insanoğlu kazanacak. Karanlığın üstüne çökecek yine bilimin aydınlık yüzü. Bir yazımda söylemiştim ben her yerde anlatacağım sağlık emeçilerinin kahramanlıklarını. Peki ya Ali Kemal ne yapacak. Cumhuriyetin çocuklarına ettiği bu hakaretleri anlatabilecek mi çocuklarına? Utanmayacak mı Refik Saydam'dan, Ömer Lütfi'den, Besim paşadan? Utanmayacak mı adını her gün andığı “Beni Türk hekimlerine emanet edin” diyen Mustafa Kemal Paşa'dan? Hadi kendi utanma duygusunu kaybetti diyelim. Torunları utanmayacak mı dönemin Ali Kemal'inin torunu olmaktan?

Etiketler
milli mücadele
ali kemal
sağlık çalışanları
yılmaz özdil