Salgını nasıl anlatacağız?

Bertolt Brecht'in 1937 yılında kaleme aldığı Carrar Ananın Silahları isimli oyununda; İspanya İç Savaşı'nda eşini kaybedip çocuklarını savaşa göndermek istemeyen bir kadının hikâyesi anlatılır. Oyunu 3 kez Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda izledim. Her izlediğimde bu kadar müthiş bir duygu yoğunluğunu seyirciye aktarabilmenin tek yolunun  ancak bir kaos ortamının verdiği çaresizliğin doğurabileceğini düşündüm. Beni aynı duyguya sürükleyen bir diğer oyun ise yine aynı sahnede sergilenen, Alican Yücesoy ve Defne Şener Günay'ın adeta devleştiği, Albert Camus'nün yazdığı Sıkıyönetim oyunudur. Her iki oyunda da çaresiz kalan bir toplumun, kendini yaşadığı çevreden soyutlayarak, yaşanan baskılara ve işkencelere rağmen sessiz kalan, kendi kabuğuna çekilen bu sayede hiçbir zarara uğramayacağını düşünen insanlar anlatılır. Oysa bu suskunluk onları korumaya yetmez. Komşuları işkence görürken sessiz kalan Carrar Ana'nın kapısı bir gün bir balıkçı tarafıdan çalınır. Ve oğlunun cansız bedeni kadına teslim edilir. O ana kadar elindeki silahları saklayan Carrar Ana susmanın kendisini korumayacağının farkına vararak silahları rejim karşıtlarına teslim eder.

Sıkıyönetim oyununda ise yaşanan karanlık dönem Ortaçağ'ı esir alan veba salgınına benzetilir. Camus'nün bu metaforu oyunda öyle içselleştirilerek anlatılır ki, faşizan baskıların artmasının, fikir hürriyetinin insanların elinden alınmasının tarihin gördüğü en ölümcül salgınla eş değer tutulur.

Bir başka başyapıt olan Melih Cevdet Anday'ın Anı isimli şiirinde ise ABD'de casusluk iftirası atılarak idam edilen Rosenberg'ler ailesine atıf yapılır. Mithat Cemal Kutay  Birinci Dünya Savaşı'nın ardında işgal edilen İstanbul'da işgal güçlerinin yaptığı yağma ve tecavüzler gerçekçi bir anlatımla  Üç İstanbul romanında işlenir.

Bu tarz örnekleri çoğaltmak mümkün. Toplumların dibi gördüğü, çaresizliği en üst safhada yaşadıkları anların ardından dönemin aydınları, toplumun önünde yürüyen, kimsenin göremediği çarpıklığın farkına varan kimselerin yarattığı sanat eserleri hep varolmuştur. Picasso'nun Guernica'sı da kaostan doğmuştur, Arthur Miller'in Cadı Kazanı da. Marquez, dünyayı esir alan bir salgında yaşanan bir aşk hikayesini anlatmıştır romanında.

Anlaşılacağı gibi tüm başyapıtların, bütün büyük eserlerin arkasında toplumları derinden etkileyen kaotik süreçler yatar. Fakat salt tarihte değil, bugün bile geçerliliğini koruyan bu eserlerin yaratılma nedenleri elbette ki bu sosyal dramalar değildir. Tam aksine bu eserleri yaratan güç. Bu süreçlerin doğru yönetilmemesidir. Yani sanat kaostan değil, beceriksizlikten beslenmiştir.

Günümüzde; çok klasik bir tabirle tüm dünyayı etkisi altına alan bir salgınla yine karşı karşıyayız. Tarihin her döneminde farklı bir boyutta yaşanan bu salgınların 21. yüzyılı es geçeceğini düşünemezdik zaten. Neredeyse bir yıldır sosyal hayatımızdan, beslenme şeklimize kadar. Taktığımız aksesuarlardan, yaptığımız spora kadar her şeye bizim yerimize karar veren bu salgınla mücadele etmek için topyekün bir mücadeleye girmiş bulunmaktayız. Hiç şüphem yok ki bu canhıraş mücadelenin kazananı yine insanoğlu olacak. Bu salgın da diğerleri gibi tarihte yerini alarak, gelecek nesillere aktarılacak. Peki bu yaşanan olağanüstü durum nasıl anlatılacak. İşte asıl mesele bu. Kunt Hamsun'un açlık romanında insanların kendi öz parmaklarını yemeyi dahi düşündüğü bir çaresizlik gibi mi betimlenecek, Yahut Nazım'ın Memleketimden İnsan Manzaraları'nda anlattığı gibi mi? Bu salgın bize, gelecek nesillere nasıl bir eser yaratacak.

Bu salgında anlatılması, yazılması, çizilmesi gereken en önemli eser bence verilen mücadeledir. Bu mücadeleyi en iyi veren de sağlık çalışanlarımızdır. Dünya'yı bilmem ama ülkemizde gelecek nesillere, çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras; bu kaotik süreçte tam anlamıyla canlarını dişlerine katan özverili sağlık çalışanlarımızın verdiği mücadeledir. Pozitif olup karantinası biter bitmez cepheye koşan hemşirelerdir. Hasta babasını meslektaşına gözyaşlarıyla emanet edip kendi hastasına koşan hekimlerdir. Aylardır bitmeyen enerjileriyle gücümüz, sesimiz olan, tünelin sonundaki ışık misali önümüzü aydınlatan tüm sağlık emekçileridir. Bu salgının başyapıtı Türkiye'deki fedakar sağlık çalışanları ve sağlık sistemimizdir. Sizi bilmem ama bunları anlatacağım her yerde.

 

 

YENER AKSOY

Etiketler
salgin