Sezaryen sonrası ileus ve ölüm olgusundan sorumluluk

Bu yazımızda sezaryen ile doğum sonrasında yaşanan uzamış ileus (barsak tıkanması) vakasını ele alacağız. Sağlık Bakanlığına bağlı bir Devlet Hastanesinde meydana gelen olayda anne hayatını kaybetmiş ve genel cerrahi uzmanı hekim de taksirle (dikkatsizlik ve özensizlikle) ölüme sebebiyet vermekten yargılanmıştır.

Olayda hamile kadın Sağlık Bakanlığına bağlı X... Devlet Hastanesine başvurmuş  ve sezaryen ile  doğum yapmıştır. Kadının daha önceki doğumu da aynı yöntemle, sezaryen, gerçekleştirilmiştir.

Doğum sonrasında kadın doğum servisine yatırılan hastanın izleminde bulantı ve kusmaları meydana gelmiş ve kadın doğum uzmanınca semptomatik (belirtilere göre)  ilaç tedavi uygulanmış ancak buna rağmen hastanın bulantı ve kusma şikayeti geçmemiştir. Bunun üzerine doğumdan sonraki 3. gün kadın doğum uzmanı tarafından genel cerrahi uzmanından konsültasyon talep edilmiştir.

Hastayı muayene eden genel cerrahi uzmanı hekim bir kısım ilave tetkikler istemiş ve kadın doğum uzmanına bazı önerilerde bulunmuştur. Bu arada hasta, kadın doğum servisinde kalmaya devam etmiştir.

Ameliyattan sonraki 12. günde hastanın semptomlarında henüz bir düzelme olmaması sebebiyle yeniden genel cerrahi uzmanınca değerlendirilmiş ve bu sefer hasta peritonit ve ileus tanısı ile cerrahi servisine nakledilmiş fakat aynı gün  izinli olarak evine gönderilmiştir.

Ertesi gün tekrar şikayetleri artınca hasta bir kez daha hastaneye getirilmiş ve aile İstanbul iline sevk edilmelerini talep etmiştir. Bu talep üzerine hasta İstanbul'da bir üniversite hastanesine gönderilmiştir.

Aile hastasını kendi imkanları ile İstanbul'a götürmüş ve sevk işleminden 3 gün sonra kolon perforasyonu (kalın barsak delinmesi) ön tanısı ile üniversite hastanesine yatırılmış ve aynı gün ameliyata alınmıştır. Hastanın ameliyat sonrası takiplerinde anterokütan fistül tespit edilmiş ve son ameliyattan 4 hafta sonra bir kez daha ameliyat edilmiş, ameliyat sonrası tedavisine yoğun bakım servisinde devam edilen hasta bu son ameliyattan bir hafta sonra hayatını kaybetmiştir.

Ölüm üzerine aile tarafından genel cerrahi uzmanı hakkında şikayette bulunulmuş ve vali tarafından doktor hakkında soruşturma izni verilmemiş fakat Bölge İdare Mahkemesi soruşturma iznini verilmemesi kararını kaldırmıştır. Bunun üzerine savcı tarafından TCK m. 85/1 uyarınca taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan cezalandırılma talebi ile kamu davası açılmıştır.

İlgili tarihte henüz Yüksek Sağlık Şurası faaliyette olduğundan dosya zorunlu olarak Şuranın önüne gelmiş ve Yüksek Sağlık Şurası değerlendirmesinde,  genel cerrahi uzmanının konsültasyon istenen hastayı iyi değerlendirmediği, hastadaki bulguların uzamış ileus tablosu olduğu, bunun ayırıcı tanısının konması için ayakta direk batın grafisi istenmesinin gerektiği halde bunun yapılmamış olduğu, kişiye yapılan USG'de abdomende bol serbest sıvı, hava sıvı seviyeleri görülmesine rağmen buna yönelik tedavi uygulamadığı, hastaya USG sonrası mutlaka bilgisayarlı tomografi çektirmesi gerekirken bunu yaptırmadığı, hastanın takip, tedavi ve tetkiklerinin yetersiz olduğu ve bu yetersizliklerin ölümle illiyet bağının bulunduğu gerekçesi  ile kusurlu olduğuna karar vermiştir.

Bilindiği üzere, ceza ve hukuk mahkemeleri hiçbir zaman bilirkişi görüşe bağlı değildir. Hakimin her zaman yeni bir bilirkişiden rapor alma yetkisi bulunmaktadır. Bu yeni bilirkişi mahkemenin belirleyeceği bir heyet olabileceği gibi bir resmi bilirkişi de olabilir. Adli Tıp Kurumu ve üniversitelerin adli tıp anabilim dalları resmi bilirkişilik mercileridir.

Neticede vaki itirazlar üzerine dosya Adli Tıp Kurumu  Genel Kurulunun önüne gelmiştir. Genel Kurul da düzenlediği raporda,  batın USG’de saptanan bulgular itibariyle hastanın ayakta direk batın grafisinin çekilerek akut batın yönünden hastanede müşahede altında tutulması gerektiği, sevk kararı alınması durumunda da sevk koşulları sağlanarak ambulans ile sevk edilmesi gerektiğinden genel cerrahi uzmanının kusurlu olduğuna karar vermiştir. 

Bu raporlar üzerine Mahkeme tarafından doktor hakkında TCK 85/1 maddesi uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası verilmiştir. Her ne kadar TCK'da 2 yıldan daha uzun süreli hapis cezalarının adli para cezasına çevrilmesi kural olarak mümkün olmasa da taksirli suçlar bakımından bu hususta bir istisna öngörülmüştür. Nitekim TCK 50/4 maddesine göre, taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli (2 yıldan daha uzun) de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, adli para cezasına çevrilebilmektedir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz. Fakat somut olayda doktorun kusuru bilinçli taksir değil taksir düzeyinde belirlendiğinden verilen hapis cezası adli para cezasına çevrilmiştir. Bu nedenle doktor hakkında mesleğin icrasını yapma yasağı getirilmemiştir.