Steteskop, bir doktorluk alâmeti

.

Mesaiyi bitirmiştik. Haziran sıcağında, biraz hava almak ve sohbet etmek için limandaki kafeye gittik. İki Avusturyalı ve iki Türk, dört intörn doktorduk.  Brezilya’ya maden götürmek için bekleyen geminin, yanı başındaki masaya oturduk. Havadan sudan bir muhabbet başladı. Avusturyalılar buraya, “tropikal hastalıklar stajı” nı yapmak için gelmişti. Biz ise toplum sağlığı saha uygulaması rotasyonunu yapıyorduk. Konuşmanın bir yerinde Avusturyalılar, bizim eğitimimizi hafife alan bir imada bulundular. Onların Nazi sempatizanı olduğunu biliyorduk. Ülkeleri ile ilgili konularda aşırı milliyetçilerdi.  Haklı olsalar kabul edeceğimiz bu aşağılama, üstelik de haksız olunca, canımızı sıktı; derslerini verme zamanı gelmişti. Arkadaşım, tıbbi muayenede kullanılan perküsyon yöntemini kimin bulduğunu sordu. Tekniği, bir Avusturyalı olan, doktor L. Auenbruger bulmuştu.  Babası şarapçı olan Auenbruger; onun fıçılardaki şarap miktarını belirlemek için kullandığı dışarıdan parmakları ile fıçıya vurmak ve sıvı düzeyini belirlemek olarak özetlenebilecek yöntemini, tıbba uyarlamıştı. Auenbruger, gözlemlerini otopsi çalışmaları ile de geliştirdi ve 1761’de küçük kitabını bastırdı: “Inventum Novum ex Thoracis Humani Interni Pectoris Morbus Detegenti” (İnsan Göğsünün İçindeki Hastalıkların Dışardan Perküsyonla Anlaşılmasını Sağlayan Yeni bir Buluş). Avusturyalılar, soruya cevap veremediler. Ben Auenbruger’den bahsedip, kitabının latince tam adını (Daha ilk cep telefonlarının çıkmasına en az 10 yıl vardı) söyledim. Yüzlerindeki ifade dondu ve masada gereğinden uzun süren bir sessizlik oldu. Ben kalktıktan sonra arkadaşıma, bu eski kitapları ve latince isimlerini nasıl bildiğimizi sormuşlar. Arkadaşım, onları iyice çıldırtmak için, bizim eski tıp kitaplarından da sorumlu olduğumuz hikayesini uydurmuş.

Çağdaş tıbba Hipokrat’tan sonra en büyük katkıyı yapanlardan biri de Auenbruger’di. Onu, steteskopu bulan Laennec takip eder. Bundan önceki dönemlerde hastalar pek muayene edilmezlerdi. İlk çağ doktorları hastanın nabzına bakar ve idrarını incelerdi. Sydenham’a kadar, doktorların idrar inceleme şişesi (matula), vazgeçilmez eşyalarındandı. Tıbbi tanı alanında en önemli iki buluş, röntgenin 1895’deki gelişimine kadar, perküsyon ve oskültasyonun bulunmasıdır. Hasta başı muayene yöntemi, gerçek anlamda, ancak bundan sonra başlayabilmişti. 17. yy’ın ortalarına dek, Avrupa’da tıp eğitimi klinik gözlem ve deneye dayanmıyordu. Hasta başı eğitimi hiç yoktu. Bir kişi, hasta ile hiç temas etmeden tüm sınavları geçebilir ve doktor unvanı alabilirdi. Sydenham, Boerhave ve diğerleri; hasta başı eğitimi tıbba sokarak yeni bir dönem açtılar. Bunu, perküsyon ve oskültasyon izledi. İnsanı mekanik bir sistemler bütünü olduğu fikri de bu dönemde doğdu. Descartes’ın tersine de la Mettrie, zihin-beden ayrımına karşı çıkıyor; insanın ve diğer hayvanların fizik yöntemlerle incelenebilecek bir makine olduğunu yazıyordu (İnsan, Bir Makine, L’Homme Machine). Gözlem ve deneye dayanan bu yeni görüşler; tanı ve tedavide muazzam bir devrim yarattı. Boerhave perküsyonun yanı sıra tıbba termometre kullanımı ve postmortem otopsi uygulamalarını soktu. Bu uygulamalar, kısa süre içinde tüm dünyada benimsendi. Boerhave’nin uzak doğu’dan bile öğrencileri vardı.

.

Laennec, 1816’da tesadüf eseri steteskopu buldu. Paris’de, bugün de çalışmaya devam eden Necker hastanesinde, şişman ve genç bir kadına kalp muayenesi yapmak üzere çağrılmıştı. Yolu üzerindeki Louvre’un bahçesinde, oyun oynayan çocukları gördü. Bir tahta parçasını kulağına dayayan çocuk, diğer ucunu arkadaşı bir çivi ile çizince sesi duyabiliyordu.  İyi temel bilimler eğitimi almış ve flüt çalan Laennec, eğitimli kulakları ile bu yöntemi tıpta kullanabileceğini düşündü. Hastanın yanına gidince; hastayı soyup elle muayene edemeyeceğinden (şişmanlık ve dönemin terbiyesi nedeniyle), bir kağıdı kıvırıp huni yaparak kalp üzerine koyduğunda, sesleri gayet iyi duyduğunu gördü. İşte, steteskop doğmuştu. Tabii, tekniği geliştirebilmek için yoğun klinik gözlem ve otopsi çalışması yaptı. Bu yoğun çalışmalar nedeniyle genç yaşta tüberküloz olup öldü. Stetho, eski yunanca “göğüs”, scope da “bakma, inceleme” anlamına gelir. Steteskop on yıl içinde tüm dünyaya yayıldı, hastalar tarafından benimsendi. Öyle ki, bu aleti kullanmayan doktorlara şüphe ile bakılır oldu.

Tıp tarihinde, steteskop kadar tıp mesleği ile özdeşleşmiş başka bir tıbbi gereç yoktur. Perküsyon ve oskültasyonun, onlara en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde; dünyanın özellikle veremden kırıldığı bir dönemde bulunmuş olması ilginçtir. Steteskop, hastalığın yeniden tanımlanmasını sağladı. Anatomik bir sistem içinde, hastalığı yaratan nedenlerin varlıkları doğrudan izlenebilir ve “dinlenebilir” oldu. Eskiden benzeri bir tıbbi alet, üstelik kullanımı ile ilgili ölümcül bir komplikasyon olasılığı olmayan tıbbi bir gereç; yoktu.  Steteskopun doğumundan bu yana 200 yıl geçti, birçok farklı steteskop türü geliştirildi. Hâlâ popüler olanlarından biri, Harvard’da bir tıp profesörü olan D. Littman’ın 1960’larda geliştirdiği modeliydi. Dijitalizasyonla beraber, dijitalize steteskoplar çıktı. Bunlar, çok çeşitli bilgileri verifiye edip bir başka cihaza gönderebilen modeller. Sesler amplifiye edilebiliyor.  Küçük ekokardiyogram ve cep ultrasonlarının hızla yaygınlaşması, “dinleme” nin yerine; çok daha fazla bilgi veren “görüntüleme ve duyma” ya kaydırıyor. Steteskop hızla ölüyor. Kardiyologların çoğu, onu şimdiden “ölü” ilan etti bile. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bazı çalışmalara göre son yirmi yıl içinde tıp öğrencilerinin ve doktorların muayene yöntemlerine (perküzyon, oskültasyon) hakimiyetlerinde ciddi bir düşüş oldu. Ancak şöyle de bir gerçek var ki steteskop, hasta-doktor ilişkisini güçlendiriyor. Steteskop, bir “insani dokunuş” anlamına geliyor. Genel olarak doktorlar, muayeneye ayırdıkları zamanı artık azaltıyorlar. Birçok evrak işi ve daha çok hasta bakma baskısı var. Malpraktis cephesinden gelen baskılar, doktoru daha çok teknoloji kullanmaya itiyor. Sistem, doktorun “yetkin” (kararlarını hastanın sağlığı için alma yetkisini elinde bulunduran) kişiliğini eziyor. Hastası ile ilgili kararları alırken doktor, tıp dışı birçok durumu dikkate alarak; dava edilme durumunda kendisini koruyacak tedbirleri almak zorunda. Tüketime yönelik kapitalist sağlıkta, her şey para için. Faturadaki “ekokardiyogram” için para talep edilebilir, ama doktor muayenede steteskop kullandı diye bir fatura kalemi eklenemez. Diğer bir sorun, genç doktorlara steteskop kullanmayı öğretecek tecrübeli klinisyenlerin meslekten çekilmesi. Ama şu bir gerçek ki, geçmişte olduğu gibi gelecekte de bir doktorun en çok güvenmesi gerekli tanı araçları; kendi duyuları olmalıdır. Doktor adayı, yeterince zeki olup da bu gerçeği kavradıysa, tıp eğitimi sırasında tüm gücüyle tıbbi muayene yöntemleri konusunda tecrübe edinmeye odaklanır. Gelecekte şu gerçeği değiştirmek de zor olacaktır. “Size dokunmayan birine güvenemezsiniz”. Mısırlı hekim Ali Bin Rıdvan şöyle yazmıştı; “Tanı koymak için daima en güçlü ve kolay tanınır işaretleri seçin. Bu işaretler, görme, dokunma, duyma, koklama, tat ve zihin ile ilgili olsun”. Steteskop, tıbbın bir sanat olduğu eski günlerden kalma bir hatıra. Ama tıbbın sanat olarak kalması, tüketime dayalı sağlık sistemi dışında herkesin yararınadır. Hasta ile iletişim kurma gereği duymayan, “dijitalize” tıp; soğuk ve mekanik olacaktır. İnsan olduğumuzu hatırlayabilmek için sanata ihtiyacımız var. Aksi durumlarda neler yaşanabileceğine dair en önemli tecrübe, Nazi doktorları ve korkunç cürümleridir. İnsanlık ve sanatla ilgisi olmayan tıp, bizi korkutmayı sürdürecek.

 

Askıda Stetoskop bağışı için tıklayınız:

https://medikritik.com/askida-steteskop-bagis

Etiketler
askıda stetoskop
doktor stetoskop