Türk eczacılığında strateji sorunu

Kuşkusuz insanlık tarihi büyük var oluş ve yıkılışlar yaşayarak adeta feleğin çemberinden geçerek bugünlere geldi. İnsanın nasıl bir evrimleşme süreci ile bugünlere ulaştığına dair onlarca kitabı okuma fırsatım oldu. Her ne kadar yazıldığı dönemde öne sürdüğü tezler an itibariyle yeni bulgu ve bilgiler ile güncellenmiş olsa da beni en çok etkileyen kitap, İlin ve Segal'in ortak çalışması olan İnsan Nasıl İnsan Oldu isimli kitaptır. Kitabın arka kapağında yazarlar insanlığı tanımlarken onu, yeryüzünü istediği gibi değiştiren; denizleri birleştiren; çölleri sulayan bir ‘dev’ olarak tanımlar. Yazarların bu ‘dev’ metaforu, insanın dayanışma kültürüne vurgu yaparak acımasız tabiat şartlarına rağmen kurdukları medeniyeti açıklamaya yöneliktir.

Biraz fazla iddialı bir yaklaşım mı olacak bilmiyorum. Türk Eczacılığının geçmişten bugüne yaşadığı tecrübeleri ve atlattığı onlarca badireyi düşündüğüm zaman ben mesleğimizin bu zor şartlara rağmen hâlâ ayakta kalabilmesini, İlin ve Segal'in vurgulamaya çalıştığı dayanışma kültürüne bağlıyorum. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi onlarca yıllık eczacı örgütleri, kooperatifler, yardımlaşma sandığı, kurulan sıralı dağıtım sistemleri bu dayanışmanın birer yansıması olarak var oluşunu sürdürüyor. Kapitalizmin bugünkü acımasız Emperyalizm evresinde varlığımızı işte bu dayanışmanın neticesinde oluşturduğumuz yapılara borçluyuz.

Ancak 2000'li yıllara baktığımız zaman, Türk Eczacılığının bir durgunluk evresine girdiğini söyleyebiliriz. Hiç kuşku yok ki bunda daha önce de belirttiğim gibi Türkiye'de ilaç üretiminde biz eczacıların yer almaması ya da yok denecek kadar az rolü olması yatmaktadır. Neo-liberal politikaların ülkemizde bu yıllarda  yaygınlaşması ile beraber meslek örgütlerinin de politika üretme konusunda yetersiz bir noktaya doğru evrildigini gördük. ‘Sağlıkta Dönüşüm’ adı altında liberal bakış açısı bütün kurum ve işleyişi ile sağlık sistemine kök salarken, eczacı örgütlerinin politikasızlığı neticesinde eczane raflarında bulunan ilacın değerinin gün be gün düşmesi ile Türk Eczacılığı finansal indirgemecilik girdabına sürüklenmiştir maalesef. 

Tam bu noktada önemli bir hususun da altını çizmek zorunda hissediyorum kendimi. Zaman zaman meslek örgütümüzün yöneticilerinden ya da gerek günlük konuşmalarda gerekse sosyal medyada bazı meslektaşlarımızdan eczacı odalarında siyaset yapılmaması gerektiği üzerine çeşitli söylemler duyuyoruz. Açıkça belirtmek isterim ki; bu hayatın olağan akışına aykırı bir durumdur. Hem de o derece öyle ki; kurulan bu cümleler "yüzme yarışlarını havuzlarda yapmayalım" gibi mantık dışı cümlelere benzemektedir. Meslek odaları tam da bu nedenle oluşturulmuş yapılardır. Konuyu şöyle açmaya çalışacağım.

1493-1541 yılları arasında yaşamış olan Paraselsus "Tüm maddeler zehirdirilacı zehirden ayıran dozudur" diyerek bugün hâlâ geçerliliği olacak şekilde ilacı tanımlamaya çalışmıştır. Başka bir açıdan bakıldığında ise ilaç her ne kadar fiyatı serbest piyasa tarafından belirlenmese de alınıp-satılan bir üründür. İlacın üretiminden eczane ve hastalara ulaştırılmasına kadar her aşamada ticari bir faaliyet vardır. Bir nesnenin ticaretinin devamlılığı varsa eğer bu durum bir artı değerin ortaya çıkmasına; söz konusu artı değer belirli bir büyüklüğe ulaştığı zaman da paylaşım konusunda anlaşmazlıklara neden olmakta; bu da ortaya çıkan değerden pay almak isteyen her bir grubun örgütlenmesini gerektirmektedir. Türk Eczacıları Birliği, Eczacı Odaları ve diğer eczacı örgütleri hatta Eczacı Teknisyenleri Derneği siyaset yaparak üyelerinin hak ve çıkarlarını korumak adına kurulmuşlardır.

Son günlerde tecrübe ettiğimiz gıda takviyelerinin market raflarında ve internet ortamında satılma isteği tam da bu noktaya ilişkin güzel ve güncel bir örnektir. Türkiye’de eczacılar an itibariyle yaşadığımız bu sıkıntının çözümü için gözlerini Türk Eczacıları Birliği ve eczacı odalarına dikmiş durumdadır. Çünkü söz konusu pastanın paylaşımı konusundaki sıkıntılar ancak siyaset yolu ile çözülür. "Meslek örgütümüzde asla siyaset yapılmayacak" demek yerine "yönetici pozisyonunda bulunan arkadaşlar dar kadroculuk, particilik yapmayacak" demek daha doğru olur diye düşünüyorum. 

Yukarıda da söylemeye çalıştığım gibi 2000'li yılların başından bu yana meslek örgütlerimizde bir atalet ve buna bağlı olarak bir program eksikliğini gözlemliyoruz. Yönetici olma iddiası taşıyan meslektaşlarımızın öncelikle bir programı; o programı gerçekleştirebilmek için bir stratejisi ve belirlenen stratejiyi gerçekleştirirken de zamana ve koşullara bağlı taktiğinin yani siyasetinin olması gerekir. 

Her fiyat artışı sonrası bazı ilaçlarda kâr oranının azalmasına neden olan İlaç Fiyat Kararnamesi’ndeki ucube ‘Kademeli Kârlılık’ uygulaması;

1953 yılında yürürlüğe giren 6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun, 2012 yılında 6308 sayılı yasaya evrilirken, takviye edici gıdalar için "sadece eczanede satılır" ifadesi yerine "eczanelerde satılabilir" ifadesi yazılması sonucunda, bugün yaşadığımız problemler;

6308 sayılı yasada tanımlanan ‘ikinci eczacılık’ olgusunun bugünkü şekli ile uygulanmasının ve kontrolsüz bir şekilde açılan eczacılık fakültelerinin neden olduğu ‘işsiz eczacı kitlesi’

Çoğaltabileceğimiz bu örnekler vurgulamaya gayret ettiğim programsızlığın birer yansıması olarak karşımızda duruyor. ‘Üreten ve Birleşen’ eczacılık modelini oluşturmak için yola bu en önemli eksikliği gidererek çıkmak gerekiyor…

 

DR. ECZ. BARIŞ TOLGA DEMİRCİGİL

 

 

 

Etiketler
eczacılık