Sağlıklı yaşam için Glutatyon ve N-Asetil Sistein (NAC) kullanımı

Glutatyon vücudumuzun en önemli radikal avcısıdır. Ben kendilerine vücudumuzun “cengaveri” diyorum. Cengaver kelimesi günlük hayatta sıklıkla kullanılan kelimelerden bir tanesidir. Cengaver kelimesi Farsça kökenlidir. Cengaver kelimesinin Türk Dil Kurumu sözlüğündeki anlamı; savaşta kahramanlık gösteren savaşçıdır. Peki, glutatyon neden cengaverdir? Serbest radikallerle yani yaşlanmayla, hücre ölümüyle, kanserle ve birçok hastalığın oluşmasında ana mekanizma rolü oynayan düşmanlarımızla canı pahasına savaştığı için cengaverdir.

Serbest radikallerin tek bir amacı vardır; o da elektron açlıklarını doyurmak. Bu açlığı doyurmak adına etrafa fütursuzca saldırırlar. İlk saldırdıkları yer hücre duvarıdır. Eğer hücre duvarından elektron çalarlarsa hücre yavaş yavaş ölüme gidip kanserleşiyor. Şanslıysak(!), en iyi ihtimalle hücre duvarı sertleşip insülin direnci gelişiyor. Peki, glutatyon ne yapıyor? “Gel dostum, hücreme dokunma, gel benden elektron al, varsın ben öleyim ama hücrem yaşasın” diyor. İşte bu nedenle tam bir cengaverdir kendileri. Bugün yazımızda tam anlamıyla bir cengaver olan glutatyondan bahsedip en önemli destekçisi sistein amino asidiyle devam edelim. Bu konular çok önemli; satır satır dinleyin, aklınıza not edin lütfen!

Glutatyon, sistein, glutamin ve glisin aminoasitlerinden oluşur. Glutatyon büyük bir moleküldür ve bu haliyle hücre içine giremez. Glutatyon hücre dışından içine geçebilmek için çok daha küçük yapıtaşları olan aminoasit parçalarına ayrılmak zorundadır. Bu ayrılma işlemini çok ünlü bir enzim olan GGT (gama glutamil transferaz) ve aminopeptidaz enzimleri yapar. GGT enziminin fonksiyonel tıbbi değerlendirmede ne kadar önemli olduğunu ilerde bir yazımızda anlatacağım. Bu şekilde aminoasitler olarak çok küçük parçalara ayrılan glutatyon bu haliyle hücre zarından geçip hücre içine girebilir. İçeri giren amino asitler girdikleri zaman tekrar (glutatyon sentaz enzimiyle) glutatyona dönüşürler. Glutatyon peroksidaz enzimi sayesinde yükseltgenmiş bir molekülü indirgenmiş hale getiriyor. Bunun sonucu olarak da kendisi yükseltgeniyor (elektron aç hale geliyor). Bu şekilde elektron açlığı çeken serbest radikaller elektrona kavuşmuş, yani rahatlamış ve hücre zarına zarar vermemiş oluyor. Glutatyonun tekrar işler hale gelebilmesi için bazı yollardan indirgenmesi, yani elektron alması gerekiyor. İşte burası çok önemli; eğer biz glutatyonu düzeltecek elekronları ona sağlayamazsak yavaş yavaş glutayonla beraber önce yaşlanıp savaşamaz hale geliyor ve sonra da ölüyoruz. Glutatyona en önemli elektron desteğini taze sebze ve meyvelerden alabilmekteyiz. Bu tarz beslenmeyi son dönemde “alkali beslenme” olarak adlandırıyorlar. Kimisi de “kuantum beslenme” diyor. Bu konuya daha sonra değineceğiz ama şimdilik akılda kalması için “renkli ve organik beslenme” veya “gökkuşağı beslenme” diyebiliriz.

Özellikle günümüz yaşam tarzında atalarımıza göre çok daha fazla işlenmiş karbonhidrat (yani şeker ve un) ile trans yağ yüklü besin (özellikle fast food ve her türlü barkodlu ürün) ve çok daha fazla proteinle besleniyoruz. Sağlıklı sebze, meyve ve bakliyatı ise pek umursamıyor ve sofralarımızdan eksik ediyor veya oldukça az yiyoruz. Bu tür beslenme modelinde daha fazla “asit yükü” var. Bu öncelikle daha az potasyum, kalsiyum, magnezyum, daha fazla fosfor, kükürt kazanmamızla ilişkili en önemli durumlardan birisidir.

Aynı zamanda proteinli besinlerle (et, süt) çok daha fazla beslendikçe asit yükü daha da ağırlaşıyor ve gerçekten sağlıkla bağdaşmayacak noktalara geliyor. Sonuçta aşırı asit yüküyle vücudumuz karşı karşıya kalıyor. Ciddi hastalıklar oluşuncaya veya vücut çökünceye kadar biz bunu pek anlayamıyoruz. Böbrek taşı, insülin direnci, metabolik sendrom, şeker hastalığı, kemik erimesi, hipertansiyon, kanser, Alzheimer, bunama (demans) ve organ yetmezlikleriyle daha sık karşılaşmamızın bir nedeni de bu gizli asit yükümüzdür. Bu asit yükünü azaltmada en önemli silahımız doğru ve doğal beslenme yöntemleri olmaktadır. Bunun yolu da hangi besinlerin daha çok asit yüklediğini, hangi besinlerin alkali yanımızı güçlendirdiğini öğrenmekten geçmektedir.

            Glutamin ve sisteinin esansiyel, yani vücutta üretilemeyen, dışarıdan alınması gereken aminoasitler olduğunu söylemek isterim. Sisteinin, glutatyon yapı taşı olduğu için en önemli aminoasitlerden biri olduğunu tekrar tekrar vurgulamadan geçemiyorum. Doğal gıdalarla da sistein alabiliyoruz. Sistein zengini gıdaların en başını da proteinli besinler (yumurta, süt ürünleri, beyaz ve kırmızı et) ve soğan, sarımsak, karnabahar, lahana gibi kükürt zengini gıdalar çekmektedir. Sağlıklı bir yetişkinin bedenindeki yaklaşık 10 gramlık glutatyon; yaşamın devamlılığı için sürekli üretilmek ve tüketilmek zorundadır. Gıdalarla kazanabileceğimiz glutatyon miktarı günde en fazla 100-150 mg civarındadır. Doğal olarak vücudumuzun bahsettiğimiz amino asitlerden glutatyon üreten miktarı, eğer aşırı toksik bir yük, ağır metal yüklenmesi ve/veya serbest radikal saldırısı yoksa genelde yeterli olmaktadır. Ama her zaman söylediğim gibi “süründüren ama öldürmeyen” dozdur bu.  Eğer biz güçlü bir savunma sistemi, ciddi bir detoks sistemi istiyorsak glutatyon depolarımızı güçlendirmeliyiz. Dışarıdan sistein içeren gıdalar çoğu zaman yeterli olmaz. Bu nedenle de takviye N-Asetil Sistein (NAC) alarak glutatyon üretimine yardımcı olmamız gereklidir. Fakat eczanelerde aspartam içerikli NAC formlarını tercih etmememiz gerektiğini vurgulamak istiyorum. Aspartamın mikrobiyata üzerindeki olumsuz etkilerini hiç istemiyoruz. Hangi NAC formlarını almamız gerektiğininden gelecek haftaki yazımda bahsedeceğim. NAC ile birlikte aynı zamanda vücudumuza, “glutatyon üretimini teşvik eden çinko, selenyum, C vitamini, alfa lipoik asit, E vitamini, silimarin, zerdeçal gibi “antioksidan” güçleri daha çok kazandırmak adına (daha önceki yazılarımdan “antioksidan kardeşliği” yazısını hatırlayın) , özellikle sistein zengini besinlerle (lahanagiller, soğan, sarımsak) bunları almak gerektiğini hatırlatmak isterim.  

Antioksidanlar, birçok sağlık sorununa ve hastalığa sebep olabilen serbest radikallere ve oksidatif strese karşı vücudumuzu korurlar. Glutatyon, vücudumuzun ürettiği en önemli antioksidanlardan biridir.

  • Yaşlanmayla birlikte sentezi azalmaktadır.
  • Toksik birikim ve serbest radikal yükü arttıkça aktif glutatyon depomuz ve işler haldeki glutatyonumuz azalmaktadır.
  • Alkol ve sigara glutatyon ihtiyacını arttıran fakat buna karşılık üretimini de azaltan iki zararlı alışkanlıktır. İkisi de içilmemelidir.
  • Sabah saatleri vücudumuzun en düşük glutatyon seviyeleri zamanıdır.
  • Yemeklerden sonra serbest radikaller ortaya çıktığından, glutatyon üretimi artmaktadır.
  • Taze sebze ve meyveler glutatyon üretimini arttırmaktadır.
  • Selenyum, C vitamini ve alfa lipoik asit takviyeleri glutatyon üretimini arttırmaktadır.

Haftaya NAC ve glutatyon konuşmaya devam edeceğiz.

 

“Yapılmasını görmeden ölmek için, istediğin şeyi yarına bırakman yeter” -Pablo Picasso

 

Etiketler
Glutatyon ve N-Asetil Sistein kullanımı