
Demek doktor olmaya karar verdin
O zaman dinle. Ben arkeolog olmaya karar verdiğimde, rahmetli babam aç kalacağımı söylemişti. Bugün arkeologların durumu tam da budur. Lisenin başında ise bir kitap verdi. “Al oku, ben çok geç okudum” demişti. “Bir Yabancı Gibi”, yazan Morton Thompson. Oturduğumuz yer bir doktor muayenehaneleri bölgesiydi, doktorlara alışkındım. Bir doktorun yaşamını anlatan bu kitap beni sarstı. Bugün bile o kitaptaki kültürleri ve coğrafyaları aşan gerçekçiliğe hayret ederim. Neyse, tıbba karar verdim. Tek maaşlı memur ailemiz yaz tatiline çıkamadığından, sıcak Ege yazlarım, kitap okumakla ve bir gazete-dergi bayisine yardım etmekle geçerdi. Burada rastladığım bir yazı ilginçti. Askeri diktatörlüğün ikinci yılıydı ve ülke siyah beyaz film gibiydi. Hiçbir sosyokültürel olay yoktu. Halbuki yetmişli yıllarda ortam cıvıl cıvıldı, bir ümit vardı. Bahsettiğim tıbbın geleceği yazısında, tıbbı seçecek gençleri bekleyen koşullar anlatılıyordu. Şimdi kimin yazısı olduğunu hatırlamıyorum, ama çok nadiren bu kadar uzak görülü makalelere rastlarız. Yıl 1982 idi ve bu yazıdaki doktorları bekleyen kötü çalışma koşullarına dair her öngörü, fazlasıyla hayata geçti. O dönemde hala düşünen üreten, dünyayı tahlil edebilen çok sayıda insan vardı bu ülkede. Şükür, ben, çoğu sınıf arkadaşım gibi para ya da mevki beklentisiyle bu yolu seçmemiştim. Bilgi açlığımı doyurmak, latince denen garip dili öğrenmek (Babam bunun da bir tür arkeoloji olduğunu söyleyerek beni cezbetmişti), acı çekenlere yardım etmek ve en önemlisi tüm dünyada geçerli olan bir meslek seçmek istemiştim. Ayrıca, bir ölüm gerçeğini anlama merakı vardı bende; birçokları gibi ben de doktorların hayatın anlamını bildiklerini farzederdim. Karşı binamızda bir göğüs uzmanının muayenehanesi vardı. Bekleme salonunun duvarında, Rembrandt’ın Dr. Nicolaes Tulp’un “Anatomi Dersi “ tablosu asılıydı. Sık sık gidip o tabloya bakardım. O zamanlar devamlı elektrik kesintileri olduğundan, o loş ve sakin bekleme salonunda tablo çok daha etkileyici bir görünüm kazanırdı. Evet, bu doktorların bişeyler bildiği kesindi ! Fakülteye başladığımda sık sık fakülte kütüphanesine giderdim. Başka ülkelerin tıp kitaplarını okuyabilmek, tıbbın evrenselliği gibi konuları yaşayarak görmek şahane birşeydi. Orada bir kitap elime geçti, Dünya Sağlık Örgütü ‘nün yıllık yayını olan Dünya Tıp Fakülteleri Kılavuzu. Tüm dünyadaki tıp eğitimi hakkında bilgi veriliyor ve o ülke için seçilmiş örnek bir fakülte üzerinden tıp eğitimi hakkında istatistikler sıralanıyordu. Türkiye sayfasında da benim okuduğum fakülte örnek olarak seçilmişti. Mezun olan doktorlardan beklentiler bölümü akıl almazdı. Koruyucu hekimlik ve tedavi hekimliği yanı sıra adli hekimlik işlerinin yürütülmesi, yardımcı sağlık personelinin eğitimi; bölgedeki işyerlerinin sıhhi denetimini içeren bir dizi görev. Hemen diğer ülkelerle kıyasladım, bizimki kadar yüklü görev tanımları hiçbirinde yoktu. Genç Cumhuriyet, doktorlardan imkansızı istiyordu. Ancak şöyle bir gerçek de vardı ki Osmanlı’dan devrolunan birçok sağlık sorunu çözülmüştü. Tüm olanaksızlıklara rağmen bu başarılmıştı. Hocaların çoğu eski askeri doktordu. Askeri tıp, oldukça farklı bir alandır ve doktorluk hayatımda onların verdikleri bilgiler ve uyarıların çok faydasını gördüm. Bulaşıcı hastalıklarla ilgili eğitimimiz eşsizdi. Bir hostes, 2015’de, İstanbul’un göbeğinde hastane hastane dolaştı ve sıtma tanısı konulamadığı için öldü. Oysa ben, daha yeni mezun bir doktorken, tüm laboratuvar incelemelerini kendim yapar ve Midyat Hükümet Tabibi olarak “sıtma” hatta yine geçenlerde manşet olan “kumsalcık ateşi” tanısını koyar, tedavisini verirdim. Şimdi günümüzde, İstanbul’da, tifo olan hosteslerin teşhis koyacak bir uzman bulamamalarını görüyorum. Bulaşıcı hastalıklar ve halk sağlığı eğitimi çöktü. Dilovası sanayi bölgesinde yaşayanların anne sütünde bile, ağır metal olduğunu gösteren halk sağlığı hocasının başına gelmeyen kalmadı. Artık kim halk sağlığından bahsedebilir ?
Kamudaki Doktor
Sağlıkta Dönüşüm Programı gereğince hastanelerde her yere afişler astılar. Üzerlerinde şöyle yazıyordu, “Doktorunuzu Şikayet Edin !”. Altında bir bakanlık şikayet hattı numarası, 24 saat , ücretsiz. Gerçekten de vardiya usulü akşam 11 e kadar hizmet veren hastanelerde bu hattı aradığınızda; anında nöbetçi başhekim aranarak derhal soruşturma yapılması, ve sonucun en kısa sürede bildirilmesi isteniyordu. Örneğin soruşturma konusu, iğne yapılan bir hastanın neden iğne acısı çektiği ile ilgili olabilirdi. Ya da doktor tuvalete gittiyse ve o an için poliklinikte değilse, bunun için de savunma vermesi gerekiyordu. Hem de gecenin o saatinde ve halen görev başında çalışırken. Bir bayan doktor arkadaşım uzun uzun böyle bir soruşturmada neden tuvalete gittiğine dair ifade vermişti. Bu durum yaygınlaştı ve kanıksandı.
Hastalara “hasta” değil, “müşteri” denilmesi konusunda seminerler veriliyordu. Doktorlara gerekli ya da gereksiz harcama yaptıkça gelirlerinin artacağı konusunda söyleniyordu. Bu seminerleri veren “eğitim” uzmanları, söylendiğine göre bakanlıktan dolar üzerinde yüksek maaşlar alıyorlardı. İlginç bir konu ise, bu uzmanların genelde turuncu kravatlar takmalarıydı. Koruyucu hekimlik tamamiyle terk edilmişti. “Onlar hastalansın ki, siz de para kazanın” dönemi başlamıştı. Doktorlar da isteyerek ya da istemeyerek bu öğütlere uydular. Aksi halde idari ya da adli soruştuma an meselesiydi. Bugün bu uygulamalar yaygınlaşmış biçimde sürdürülmektedir. Eğer doktor bir gaziyi ya da şehit yakınını öncelik vererek muayene ederse, linç edilebilirdi.
Birçok ölüme kadar varan saldırı ve taciz sonrasında sağlık çalışanları, yeni duruma uyum sağlayarak çalışmalarını sürdürüyorlar. Acil servise gelen bir hasta parmağından kan alarak şeker testi yapmaya çalışan hemşire ve doktora “devlet nerede” (Yani siz kimsiniz ki benden kan alırken acı hissetmeme yol açıyorsunuz ?) diye saldırıyor. Onlar ise, hiçbirşey olmamış ve duymamış gibi yaparak olayı geçiştirmeye çalışıyorlar. Aksi halde ellerine hiçbirşey geçmez ve yaşadıkları yanlarına kar kalır. Özel hastanelerde hergün şöyle bağıran hastalara rastlanıyor; “ parasıyla değil mi kardeşim, neden sedimantasyon için bir saat beklememiz gerekiyor ? “ Bu kişilere sedimantasyonun yerçekimi ile oluştuğunu ve onun o rezil parası ile yerçekimini değiştirmeye gücünün yetmeyeceğini kim anlatacak. Artık kapitalist olan Rusya’da da benzer durumlar oluyor. Bir Rus doktorun yaptırıp hastane bahçesine koydurduğu mermer bir yazıt gördüm geçenlerde. Mealen şöyle diyor: “ Bir hastaneye girdiğinizde müşteri değil hasta olduğunuzu unutmayın. Doktor her zaman haklıdır. Onlar size hizmet değil, tedavi verirler”. Bizdeki durumun, çalışma koşulları ve hastalarla ilişkiler açısından, Rusya ile hiçbir ölçüde kıyas götürmeyecek kadar kötü olduğunu hatırlamakta fayda var.
Tıp Eğitimi
Tıp eğitimi de değişti. Öğrencilerin çoğu (Burada istisnalardan bahsetmiyorum) diplomayı alıp yoluna devam etmek derdinde. Birçoğu yurtdışına gitmeyi hayal ediyor. Onları nelerin beklediği konusunda en ufak bir fikirleri yok. Çok az bir öğrenci kendini yetiştirmek, gerçekten de doktor olmak istiyor; kitap okuyan pek kalmadı. Eskiden tıp öğrencileri hastanelerde yatar kalkar, vaka tecrübelerini artırmak için tıbbi ekibin bir parçası olur, her tür meşakkate katlanırlardı. Şimdiki öğrencileri aklı bunları almıyor. Ama bilmedikleri bir şey var, SADECE BU ŞEKİLDE GERÇEK BİR DOKTOR OLUNABİLİR. Derler ki, iki şey olmak için büyük sabır gerekir; doktorluk ve büyücülük. Böyle sabra sahip pek kimse de kalmadı. Zaten ne olursa olsunlar, hacamat ve sülük lobisi ile baş etmeleri imkansız. Birçok uzmanın geçinmek için para getirici böyle yollara sapmaları, günümüzde olağan kabul ediliyor.
Ünvanınız ya da diploma sayınızın artması, cezasız kalmaz
Teknik bilginin pek önemi kalmadı. Eğer birden fazla uzmanlığa sahip olursanız başınız belaya giriyor. Son aldığınız uzmanlığa göre çalışmanıza izin veriliyor. Her uzmanlık için ayrı mecburi hizmet meselesine hiç girmiyeyim. Diğer uzmanlıklarınızı kullanmanıza izin verilmiyor. Bir özel hastaneden ayrılıp diğerine başlamak tam bir işkence. Bakanlığın onayı gerekiyor. Kamu hastanelerindeki durumun çok küçük bir kısmını yukarda anlattım. Başka hiçbir meslekte böyle kısıtlamalar yok. Size ihtisas yapmayın, yükselmeyin, kendinizi geliştirmeyin, bilmeyin deniyor. Hergün ciddi ruhsal bunalım yaşayan meslekdaşlar görüyorum. Bunlar oldukça ağır eğitimlerden geçmiş ülkenin en parlak beyinleri. Aptal olmadıklarından durumu anlıyorlar ve büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. Kimisi solucan gübresi ya da kestane üretimi gibi işlere giriyor; kimi de cazip teklifler sunan Avrupa ülkelerine gidiyor. Derler ki devlet sizi hedef seçtiyse hiç şansınız kalmaz. Devlet, 1980 deki askeri diktatörlük döneminde doktorluğu hedef seçti. Benim o zamanlar okuduğum tıp doktorluğunun geleceğine dair bahsettiğim yazıyı yazan kişi, hem kapitalist sağlık sektörünün dünyadaki gücünü ve bizim ülkenin mevcut koşullar içindeki geleceğini çok iyi tahmin etmişti. O zamanlar, yani biz fakültedeyken, şöyle bir espri yapılırdı: Oniki Eylül darbesi neye karşı yapılmıştır ? Cevap; doktorlara ve .bnelere karşı ! Gerçekten de Kenan Evren doktorlar ve .bnelerden nefret ederdi. Bazıları hala bunların komplo teorisi olduğunu zannediyor. Bu safdillere şunu söyleyeyim, askeri darbe sonrası tıp fakültelerinde hastalıkların temel oluş mekanizmaları (Fizyopatoloji) dersi kaldırıldı. Ankara hukuk fakültesinden de siyasi tarih dersi kaldırıldı (İstanbul’da zaten bu ders yoktu). Tabii ki bunlar inanılmaz boyuttaki köklü değişikliklerin birkaç ufak ayrıntısı. Buradaki amacı tartışmak, bu yazının sınırlarını aşar. Bu uygulamalar Şili’deki diktatörlükle aynıdır. Koruyucu hekimliğin terk edilmesinin sonuçlarını önümüzdeki yıllarda bol bol görüceğimiz kesin.
Adliye
Sakın benim bir suçum yoksa neden yargılanayım deme. Örneğin kadın doğumcu olman yeterli bir neden. Özellikle obstetrikte öyle durumlar var ki, hangi kararı verirsen ver dava edilebilirsin. Haa, seni uyarmalıyım, bizdeki mahkemeler o gavur filmlerindeki savunma ve iddia makamının eşit düzey olduğu yerler değildir. İsterlerse seni hiç konuşturmaz, tanıklarını da dinlemezler. Senin getirdiğin bilirkişinin görüşünü de, tabii getirebilirsen, pek sallamazlar. Kanun maddeleri ya da açık kanun hükümlerinin uygulanmalarını da bekleme. Temyizden özellikle hiçbişey umma. Şunu hep hatırla, dünyanın hiçbir yerinde doktorlara yönelik kitlesel saldırı, bu denli büyük boyutta görülmemişti. Diyeceksin ki, doktorlarda hiç mi suç yok. Olmaz mı, doktorlar bu toplumun bir parçası. Toplumu oluşturan katmanlar aynen doktorlarda da var. Ancak doktorlara yönelik önyargılar diğer meslek guruplarına karşı yok. Sen, şu an belli bir yaş üstü kadın doğumcuların neden aile ya da işyeri hekimi olduklarını sanıyorsun. Ben şahsen alkolik olan ya da depresyona girenlerini, çok görüyorum.
Akademik Kariyer
Eskiden torpillilere açıktı. Aradan sıyrılanlar da olurdu tabii. Ülkemizde kimlerin topilli sınıfına girdiği dönemine göre değişir. Ama şimdi olan şey, akademisyenliğin değersizleştirilmesi. Kendini öğrencilerinin eğitim niteliğini artırmaya adayan hoca tipine pek rastlanmıyor artık. Eskiden, maddi olmasa da manevi bir tatmin olduğu kaçınılmaz. Ama artık öyle bir ortam da kalmadı. Bilim üretecek, tartışacak kurumlarımız yok. Çok doğal olarak belli bir düzeye yükselen, yurtdışına gidiyor. Bunun bugünden yarına değişmesi zor. Bu durumun değişmesi, her şey iyiye doğru gitse bile en azından onyıllar sürecek.
İşte sevgili kardeşim, biraz araştırma yap; çalışan doktorlarla konuş. Durumu gör ve sonradan ağlama. Altından kalkamayacağın seçimler yapma, bu uzun eğitimde geri dönüş kolay olmuyor; onbeş yıllık yoğun eğitimden sonra kendini kestaneci olarak bulma…
Prof. Dr. Okan Bölükbaşı
Yeni yorum ekle