İşyerleri, işyerinde yapılan işin tehlike düzeyine göre “az tehlikeli – tehlikeli – çok tehlikeli” işyerleri olarak tanımlanırlar. Hemen herkes maden ocaklarının veya inşaatların “çok tehlikeli” işyerleri olabileceğini tahmin edebilir. Peki, hastaneler? Sağlık kuruluşları? Bir hastanenin de, çalışanları için bir maden ocağı veya inşaat kadar tehlikeli kabul edildiğini biliyor musunuz?
Gerçekten doktorların, hemşirelerin hayatı bir maden veya inşaat işçisininki kadar tehlikede mi? Maden ocaklarının tehlikeli yerler olduğunu tartışmaya gerek yok. Soma katliamını unutmak mümkün mü? İnşaatlar da öyle. İddia ediyorum, herhangi bir gün, herhangi bir gazeteyi tarayın, mutlaka bir inşaat işçisinin ölümüne ilişkin habere rastlarsınız. Hâlbuki doktorların, hemşirelerin her gün işyerlerinde maden veya inşaat işçileri gibi öldükleri söylenemez? O halde sizce bu sınıflamada bir hata olabilir mi?
Bu sorunun yanıtını vermeden önce, bir işyerinin “çok tehlikeli” olarak sınıflandırılmasının ne anlama geldiğini anımsayalım. Devletin bir işyerini “çok tehlikeli” sınıfa alması demek, işvereni işyerinde birçok “ilave” tedbir almaya mecbur tutması demektir. Bu da işverene “ilave” maliyet anlamına gelir.
Örneğin hastaneler, müzeler gibi “az tehlikeli” işyerleri olarak kabul edilseydi, işveren A sınıfı yerine çok daha ucuza C sınıfı iş güvenliği uzmanı çalıştırabilecekti. Her on çalışan için bir ilkyardım sertifikalı eleman yerine, her yirmi çalışan için bir (yarı yarıya) sertifikalı eleman bulundurmak zorunda kalacaktı. Az tehlikeli işyerleri risk değerlendirmelerini, acil durum planlarını 6 yılda bir yenilerken, çok tehlikeliler 2 yılda bir yeniliyor. Merak edenler bir risk değerlendirmesinin kaça yaptırıldığını araştırabilir. Uzatmayalım, fakat herhalde bir işyerine “çok tehlikeli” denmesinin, işverene oldukça pahalıya mal olduğu anlaşıldı sanıyorum.
Bir soru daha soralım. Haydi, kamu hastanelerini geçelim, özel hastane sahipleri neden hastanelerin “çok tehlikeli” olarak sınıflandırılmasına itiraz etmiyorlar ve bunca masrafa katlanıyorlar? Oysa yasa çok açık. İşverenlere, “eğer işyerinizin yanlış sınıflandırıldığını düşünüyorsanız, itiraz edebilirsiniz” deniyor. Fakat özel hastane sahiplerinden hiç itiraz yok, maden ocağı sahipleri gibi en pahalı tedbirlere katlanıyorlar.
Yeniden başa dönelim. Gerçekten hastaneler, doktorlar veya hemşireler için bu kadar tehlikeli ortamlar mı? Sağlıkçıların, hastanelerin kendileri için bu kadar tehlikeli yerler olabileceğini bilmemeleri mümkün mü? Doktorlar ve hemşireler, işyerlerinde işyeri hekimi ve işyeri hemşiresi olarak çalışırken, kendi çalıştıkları yerlerin ne kadar tehlikeli olduğunu bilmemesi, “terzi söküğünü dikemez” sözüyle açıklanabilir mi?
Maalesef Türkiye’de işçi sağlığı kültürü gelişmemiş olduğu için, hastanelerin hekimler ve hemşireler için, sağlık emekçileri için ne kadar tehlikeli yerler olduğuna ilişkin verileri “dışarıdan” almak zorundayız. Zaten Türkiye’de işçi sağlığı kültürü gelişmiş olsaydı, herhalde mesleki ölümlerde Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsü de olmazdık.
ABD Emek İstatistikleri Bürosu verilerine göre hastanelerde çalışanlar, en tehlikeli sektörler olarak bilinen inşaat ve imalat sektörlerinde çalışanlardan daha fazla hastalanıyor ve yaralanıyor. 1989 – 2011 arasında hastanelerde her 100 tam gün çalışan başına yılda 6,8 iş ile ilişkili hastalanma veya yaralanma teşhisi konmuş. Bu rakam ABD’de tüm çalışanların ortalama hastalanma ve yaralanma hızının iki katına yakın. Merak edenler daha detaylı bilgilere US Department of Labour web sayfalarından erişebilirler. Burayı rakama boğmak istemiyorum, fakat isteyenler Avrupa Birliği için de benzer veriler bulabilir.
Şimdi ne diyorsunuz? Hastaneler en azından maden ocakları veya inşaatlar kadar tehlikeli ortamlar değil mi? Devlet, hastaneleri “çok tehlikeli” işyerleri olarak sınıflamakta haksız mı?
Peki, bu “bilgiye”, hastanelerin sağlık çalışanları için çok tehlikeli yerler olduğu “bilgisine” Türkiye’de sağlıkçıların ne kadarı sahip? Bu konuda çok az araştırma var. Çok yakınlarda yapılan bir araştırmada 169 sağlıkçıya “işyerinde kaza geçirme olasılığınız nedir” diye sormuşlar, yüzde 6’sı “yok”, yüzde 20’si “düşük” demiş.
Gözümüzü bağlayan ne? Neden çalıştığımız hastanenin, bir maden ocağı veya inşaat bir maden veya inşaat işçisi için ne kadar tehlikeliyse, bizim (sağlıkçılar) için o kadar tehlikeli olduğunu göremiyoruz? Bu sorunun yanıtı, sağlıkçıların tehlikeleri, maden ve inşaat işçilerinden “farklı” deneyimlemeleridir.
Soma’da bir katliam yaşanıyor ve 301 madenci bir anda katlediliyor. Eğer zihinsel bir özrünüz yoksa maden ocağının tehlikeli bir yer olduğunu apaçık görebiliyorsunuz. Fakat çalışanlar yalnızca iş kazalarında ölmüyor ki! “Meslek hastalıkları” diye bir şey var! Hatta mesleki ölümlerin yalnızca yüzde 14’ü iş kazalarında olurken, yüzde 86’sı meslek hastalıklarından oluyor.
Biz sağlıkçılar, mesleki ölümlerde maden ve inşaat işçilerinden farklı olarak iş kazalarında değil, daha çok meslek hastalıkları nedeniyle ölüyoruz. Hastanede belki patlama olup 301 hekim ve hemşire bir anda ölmüyor, fakat bunun neredeyse 6 katı kadar hekim ve hemşire, “zaman içinde” meslek hastalıkları veya işleriyle ilişkili hastalıklar nedeniyle yaşamını yitiriyor. İşte gözümüzü bağlayan, gerçekleri görmemizi önleyen bu “zaman” aralığı. “Anında” değil, 10, 20 belki 30 sene sonra “birikimli” maruziyetler sonucu yaşamımızı yitiriyoruz ve aslında ölüm nedenimizin mesleğimizle ilişkili olduğunu kendimiz dahi bilmiyoruz.
Gelin konuyu mesleki kanserlerle bağlayalım. International Agency for Research on Cancer (IARC), her yıl 2,5 milyon yeni kanser vakası bildirildiğini belirtiyor. Kuruma göre yılda 1,2 milyon kişi de kanser nedeniyle yaşamını yitiriyor. Kurum, kanserlerin yüzde 8 kadarının “mesleki” olduğunu söylüyor. Basit aritmetikle her yıl en az 100 bin kişinin ölüm nedeninin “mesleki kanser” olduğunu söyleyebiliriz. Peki, Türkiye’de hiç “mesleki kanser” nedeniyle ölüm bildirimi yapılmış mı? Bu sorunun yanıtını bulmayı da size bırakıyorum.
Dr. Akif Akalın