Atatürk Dönemi Sağlık Sistemi

Osmanlı'nın son dönemlerinde 1912 sonrasında başlayan savaşlar dönemi Anadolu halkı için felaket getirmiştir. Savaş, açlık ve bununla beraber ortaya çıkan sağlık sorunları içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Bu dönemde zaten neredeyse tamamı büyük şehirlerde olan sağlık örgütlenmesi hekimlerin çoğunun silah altına alınması ile iyice zayıflamıştı.

Başlayan ulusal kurtuluş savaşının görünmeyen bir başka cephesi daha vardı. İstanbul'dan Samsun'a doğru alınan yolda Mustafa Kemal Paşa'ya Dr. Adnan Bey ve Dr. Refik Bey eşlik ediyordu. 23 Nisan 1920'de TBMM'nin açılmasıyla sağlık alanında da savaş başlamıştı.

TEMELLER ATILIYOR

Meclisin açılmasından sadece 9 gün sonra 2 Mayıs 1920 tarihinde 3 numaralı Millet Meclisi İcra Vekillerinin Suret-i İtihabına Dair Kanun ile Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti resmen kurulmuş oldu. Osmanlı Devleti içerisinde önce Hariciye daha sonra Dahiliye nezareti içerisinde genel müdürlük ile yönetilen sağlık işleri artık bakanlık düzeyinde yönetilecekti. Hükümet bu vekalet ile hem sağlık işlerini hem de sosyal işleri yönetecekti. 4 Mayıs 1920 tarihinde yapılan seçim ile Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekilliğine Dr. Adnan Bey (Adıvar) seçildi. 11 Mayıs tarihinde bir sağlık memuru ile vilayet konağının bir odasında bakanlık çalışmalarına başladı.

Yapılacak çok iş vardı ancak tabip sayısına, sağlık memuru sayısına veya sağlık kurumu sayısına dair herhangi bir veri yoktu. Anadolu'nun dört bir yanına gönderilen telgraflarla bilgi toplanmaya çalışıldı. Öncelikle Hıfzısıhha Dairesi, Sicil Dairesi, Muhasebe ve Evrak Kalemi ile merkez teşkilat kuruldu. Taşra teşkilatında ise ilk aşamada değişiklik yapılmadı. İstanbul Hükümeti'nin Haziran 1920'de aldığı karar ile Anadolu'ya serum ve ilaç gönderimi yasaklanmıştı. Bu sebeple atılan adımlardan bir diğeri de Kuduz Tedavi Müessesesi, Aşıhane ve Bakteriyolojihane kurulması olmuştu. Çiçek aşısı Antalya üzerinden İtalyanlardan temin edilirken, kuduz aşısı virüs enjekte edilen bir tavşanın gizlice getirilmesi ile elde edilmiştir.

Bakanlığın ilk yıllarında ihtiyaç olan hekim sayısı 290 iken mevcutta 180 hekim bulunduğu görülmüştü. Bunun dışında başka önemli sorun ise sağlık tesislerinin sayıca ve imkanca yetersizliği idi. Sivas'ta bulunan aşı tesisi mütareke döneminde kapatılmıştı. Uzun uğraşlar sonucu Dr. Adnan Bey döneminde işler hale getirilen tesis, bakanlığın 10. ayında 250 bin kişilik aşı üretebilir hale gelmişti. Ancak bu dönemde bakanlığın diğer görevi olan "sosyal yardım" adına hiçbir şey yapılamamıştı. 11 Mayıs 1921 tarihinde çıkartılan kararname ile Muhacirin Müdüriyeti Umumiyesi bakanlığa bağlandı.

Mustafa Kemal Paşa 1922 yılındaki meclis açılış konuşmasında "Milletimizin sıhhatinin muhafaza ve takviyesi, vefiyatın tenkisi, nüfusun tezyidi, amrazı içtimaiye ve sariyenin gayri müessir bir hale ifrağı,bu suretle efrad-ı milletin dinç ve saye kaviliyettar bir halde sahihülbeden olarak yetiştirilmesi." olarak sağlık politikasını tanımlamaktadır. Bu devletçilik politikasının sağlık sistemindeki dışa vurumu olarak ilk defa karşımıza çıkmaktadır.

29 Ekim 1923'de Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanının ardından kurulan ilk Cumhuriyet kabinesinde Dr. Refik Bey (Saydam) Sıhhiye Vekili olmuştur. İki kısa ara dışında 1 Kasım 1937 tarihine kadar Sağlık Bakanlığı görevinde kalmış ve şu anki sağlık sistemimizin temelini oluşturmada büyük katkı sağlamıştır. Esas faaliyetleri ise 3 Mart 1925 yılında 12 senelik bakanlık döneminde olmuştur.

YOKLUKTAN ÇIKIŞ

1923 yılında 344 hekim, 60 eczacı, 136 ebe ve 560 sağlık teknisyeni bulunmaktaydı. Dr. Refik Bey'in ilk çalışması sağlık personelini artırmaya yönelik olmuştu. Bu çalışmaları sadece hekimler için değil veteriner hekim, eczacılar, hemşireler, ebeler için de yapmıştır.

 1924 senesi sağlık sistemi için önemli bir yıldı. 1924 yılı bütçe görüşmeleri sırasında söz alan mebuslar aslında olayın vehametini ortaya koyuyordu. Bir çok yere 1. Dünya Savaşı sonrası ne doktor ne de ebe uğramıştı. İlaçlar yetersizdi, sağlık tesisi yoktu, salgın hastalıklar artmıştı. Bu şartlarda ilerideki yıllar için erken dönem planlaması bu sene yapılmıştı. Bu planlar içerisinde sağlık teşkilatını genişletmek, tabip yetiştirmek, sağlık hizmeti veren belediye kurumlarına örnek olması amacıyla numune hastaneleri açmak, ebe ve sağlık memurları yetiştirmek, çocuk bölümleri açmak, verem sanatoryumu açmak, sıtma-frengi ve trahom başta olmak üzere bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmek bulunmaktaydı.

1924 yılı bütçe görüşmeleri sonucunda "memleket hastanesi" statüsünde olan Ankara, Sivas, Erzurum ve Diyarbakır'da bulunan hastaneler numune hastanesi olarak değiştirildi. 650 yataklı İstanbul Emrazı Akliye ve Asabiye Hastanesi ve 50 yataklı Heybeliada Sanatoryumu açıldı. Yurdun çeşitli yerlerinde kaza merkezlerine 5'er yataklı muayene ve tedavi merkezleri kuruldu. Anadolu'nun birçok yerinden gelmek isteyen hekim adaylarına kolaylık sağlamak için 200 kişilik Leyli Tıp Talebe Yurdu kuruldu.

SALGIN HASTALIKLARLA MÜCADELE

Heybeliada'da açılan sanatoryum verem hastalarının Türkiye'de yatarak tedaviye başlanması açısından önemlidir. Elbette önceki dönemde maddi imkanlar dahilinde oluşturulan dispanserler vardı, ancak bunlar mücadelede yetersiz kalmıştı. Dispanserlerin tek amacı veremlileri tedavi etmek değildi, halkın arasına inerek bulaş yollarını tespit edip bunları ortadan kaldırmakla da görevlilerdi. Bu bakımdan verem dispanserlerinin Türkiye'de ilk koruyucu/önleyici sağlık uygulaması olduğu söylenebilir.

Yurt genelinde yaygın olarak görülen bir diğer hastalık frengi idi. Bununla mücadele için 1920 yılında Frenginin Men ve Tahdidi Sirayeti adlı kanun çıkmasına rağmen bir çalışma yapılamamıştı. 1925 yılında uzman hekimlerden oluşan frengi komisyonu kurularak mücadele pratik olarak da başlamış oldu. Tıbbi alanda gelişmeler ele alınarak ülke çapında uygulanacak tedavi yöntemleri oluşturuldu. 1925 yılının sonlarında Frengi Mücadele Teşkilatları kuruldu. Hastalığın yaygın olarak görüldüğü bölgelere gidecek hekimler İstanbul'da eğitim alıyorlardı. Cinsel yolla bulaşan bir hastalık olması sebebi ile halkın çevresinden çekinerek tedaviye gelmediğinin gözlenmesi üzerine Ankara ve İzmir'de Deri ve Tenasül Hastalıkları Dispanseri açıldı. Zaman içerisinde bu sayı 16'ya yükseltildi. Vaktiyle Üç Dost İdiler isimli film ve Türkiye'de Frengi afişi ile halka yönelik bilinçlendirme faaliyetleri yapıldı.

 1 Eylül 1925 günü millet meclisinde toplanan Birinci Milli Türk Tıp Kongresi'nin ana konusu sıtma hastalığı olmuştu. Bu kongredeki görüşmelerin sonucunda ise 10 Mayıs 1926 tarihinde Sıtma Mücadelesi Kanunu çıkartıldı. Bu kanun ile halkın tedaviye ulaşması kolaylaştırıldı, Hekimlerin halka inerek tarama faaliyetleri sıklaştı, su mühendisleri vasıtası ile bataklık arazilerin tespit edilip kurutulması için çalışmalar başladı ve en ücra köşeye ulaşılması için Sıtma Mücadele Mıntıkaları kuruldu. Bu mücadele bağlamında 28.04.1926'da karar bağlanan Sular Hakkında Kanun ile belediyelere fenni su sistemi kurma zorunlu hale getirildi ve kanalizasyon sistemleri yapılmaya başlandı. Devlet sadece kanun çıkartarak değil aynı zamanda "Sıtma Öğütleri" adlı kitapçık ve "Sıtma" adlı film ile halkı bilgilendirerek  mücadeleyi sürdürdü.

11-13 Eylül 1927 tarihinde Ankara'da toplanan 2. Milli Tıp Kongresi'nde trahom hastalığı üzerinde durulan önemli bir konu olmuştu. Özellikle Mısır ve Nil bölgesinde sıklıkla görülen bulaşıcı bir göz hastalığı olan trahom 1. Dünya Savaşı sonrası cepheden gelen askerlerle topraklarımıza gelmişti. Özellikle körlüğe sebep olması ile önemli bir iş gücü kaybı yaratan hastalığa yönelik 1925 yılında yoğun olarak görüldüğü Adıyaman ve Malatya bölgesinde hastane ve dispanser açılarak mücadeleye başlanmıştır. İlerleyen zamanlarda bu mücadelenin etkinliğini artırmak için Türkiye coğrafyası yükselti, nem ve sıcaklık temelli 4 bölgeye ayrılacak şekilde örgütlenme oluşturuldu.

 1929 tarihinde Suriye'de görülen çiçek hastalığı topraklarımıza da yayılarak Mardin, Urfa ve Gaziantep illerinde salgına sebep oldular. Önce orada bulunan sağlık personelleri ile ardından çıkartılan kanun ile bölgeye sevk edilen personeller ile halk aşılanmaya başlandı. O dönemde çiçek aşısı Sivas ve İstanbul'daki aşıhanelerde üretilebiliyordu. Ocak 1929-Ekim 1930 tarihleri arasında toplam 505.495 doz aşı yapılarak salgın kontrol altına alındı.

 BUGÜNKÜ SAĞLIK ÖRGÜTLENMESİNİN TEMELLERİ

8 Eylül 1926 Özel İdare ve Belediyelerdeki Sağlık ve Hayır İşlerine ilişkin kararnameyle hastane ve dispanserlerin sağlık bakanlığına bağlı olarak açılacağı ve bunların işleyişlerinin bakanlığın yürüteceği belirtildi. Bu kanun ile personel kadrosunun kontrolü, taşraya sağlık hizmetinin sağlanması, halk sağlığı görevinin düzenli hale gelmesi amaçlanmıştır. 1 Aralık 1926 tarihinde çıkarılan kanun ile o zamanlar hafta sonu tatili olan cuma gününde de sağlık hizmeti verilmesi karara bağlanmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında sağlık alanında çıkan en önemli kanun muhakkak ki 11 Nisan 1928 tarih 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'dur. Kanunun birinci bölümünde hekimlerin mesleği yerine getirebilme şartları, hasta muayene ve tedavi edebilme koşulları, muayenehane açabilme koşulları, kurumlarda görevlendirilecek doktorların nitelikleri ve cezai hükümler bulunmaktaydı. İkinci bölüm diş hekimi ve dişçiler, üçüncü bölüm ebeler, dördüncü bölüm sünnetçiler, beşinci bölüm hasta bakıcılar ve hemşireler, altıncı bölüm ise genel hükümleri içermekteydi. Böylece 23 Teşrinievvel 1860 tarihli tüzüğün yetersizliği ortadan kalkmış, halk sağlığı açısından önemli olan tüm personeller devlet kontrolüne alınmıştı.

Halk sağlığının ve eş zamanlı salgın hastalıklarla mücadelenin geliştirilmesi, bilimsel gelişmelerin izlenmesi amacıyla bir kuruma duyulan ihtiyaç sonucunda 17 Mayıs 1928 tarihinde Merkez Hıfzısıhha Müessesesi kurulmasına karar verilmiştir. Sivas ve Ankara illerindeki kimyahaneler birleştirilerek Hıfzısıhha kurumu oluşturuldu. Kurumda 14 uzman ve 40 yardımcı ile başlanarak kimya, bakteriyoloji, immünobiyoloji ve farmakoloji bölümleri oluşturuldu. 1933 yılında kuduz aşısı, 1937 yılında kuduz serumu üretilmiştir. Salgınlar sırasında Yunanistan, Suriye ve Irak'a tetanoz ve difteri aşısı, Çin'e kolera aşısı gönderilmişti.

Kamucu sistemin gerekliliği olan Umumi Hıfzısıhha Kanunu 17 Nisan 1930 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanuna göre memleket sağlık şartlarını iyileştirmek, milletin sağlığına olumsuz etki eden bütün hastalıklarla ve etkenlerle mücadele etmek, sağlıklı nesillerin yetişmesi için sağlık ve sosyal yardım sağlamak devletin görevi olarak belirlenmekteydi. Genel sağlık hizmetlerine ait devlet görevlerinin bakanlık tarafından yapılacağı, yerel idarelere bırakılan işlerin ise bakanlık tarafından denetleneceği belirlenmiştir.

Sağlık hizmetinin önemli bir ferdi olan eczacılara dair 4 Haziran 1930 tarihinde Etibba Odalarına kayıt ve oda seçimlerine katılma zorunluluğu getirilerek burada da düzen sağlamak amaçlanmıştır. Aynı zamanda karar öncesinde uygulanan meslekten uzun süre uzaklaştırma cezaları hizmetin aksamaması için 3 ay ile sınırlandırılmıştır.

1922 yılında uygulamaya konan hekimlere zorunlu hizmet uygulaması ile o dönemki hekim açığını kapatmak amaçlanmıştır. 1924 yılında bu zorunu hizmet süresi yarıya indirilmiştir. 1932 yılında ise Zorunlu Hizmetin Kaldırılmasına İlişkin Kanun yürürlüğe sokulmuştur. Yapılan gözlemlerde ailelerin bu kadar uzun süre çocuklarını öğretime göndermeye çekindikleri saptanmış, bu kanunla beraber ilginin tekrardan artacağı düşünülmüştür.

 1936 yılında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Teşkilat ve Memurin Kanunu ile bakanlık merkez ve taşra örgütlenmesi düzenlenmiş, yetki ve sorumluluklar açık hale gelmiştir. Bu kanun aynı zamanda devletin sağlık işlerini tamamen sahiplenmesi adına önemli bir kanundur. "Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti; İcra Vekilleri Heyetine dahil bir vekilin emir ve idaresi altında olup ve devlet hizmetleri arasında memleketin sıhhi şartlarının ıslah ve milletin ferdi ve içtimai sıhhatine zarar veren amirlerle mücadele ve gelecek nesillerin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı sıhhi ve içtimai muavenete ulaştırmak ve iskan işlerini görmek için kanunlarla kendilerine verilen vazifeleri yapmakla mükelleftir."

23 Haziran 1936 tarih ve 3017 sayılı kanun ile Hıfzısıhha Mektebi açıldı. Okulun açılış konuşmasında Dr. Refik Saydam yaşlanmanın kaçınılmaz olduğunu ancak koruyucu tedbirlerle sağlıklı ve uzun yaşanılacağını ve bunun da doktorların görevi olduğunu belirterek tedavi edici hizmetten ziyade devletin koruyucu sağlık politikalarına ne kadar önem verdiğini göstermiştir.

SONUÇLAR

15 sene içerisinde yapılan çalışmalardan Mustafa Kemal Atatürk Kasım 1937'de yaptığı konuşmada şöyle bahsetmiştir: "Kendine, inkılabın ve inkılapçılığın çeşitli ve hayati vazifeler verdiği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde dikkatli durulacak milli meselemizdir. Sağlık ve Sosyal Yardım Vekaletinin bu mevzu üzerindeki sistemli çalışmaları, bizleri memnun edecek mahiyette inkişaf etmektedir. Aynı vekalet, kendine verdiğimiz göçmen işlerini de sosyal ve ekonomi politikalarımıza uygun olarak başarı ile görmektedir. Vekaletin "Sağlam ve gürbüz nesil Türkiye'nin mayasıdır." prensibini pekiyi değerlendirerek çalışmakta olduğunuu takdire değer bulurum."

Tüm bu bahsedilen mücadelenin sayısal yansıması olarak;  1923 yılında hekim sayısı 344, eczacı sayısı 60, ebe sayısı 136, sağlık teknisyeni sayısı 560, hemşire sayısı ile ilgili veri yok iken bu sayılar 1935 yılında sırasıyla 1625, 135, 451, 1365 ve 325 olmştur. 1923 yılı ile 1930 yılı arasında devlet hastanesi sayısı 3'ten 26'ya, belediyelere bağlı hastanelerin sayısı 6'dan 23'e, özel idarelere bağlı hastane sayısı 45'ten 69'a, özel-yabancı ve azınlıklara ait hastane sayısı 32'den 57'ye yükselmiştir.

Yukarıda da görüldüğü gibi çıkartılan kanunlarda sadece sağlık hizmetinin uygulamasına dair değil sağlık hizmetinin parçası olan personele ve toplum sağlığını etkileyen çevresel etkenlere dair de yasalar çıkartılarak bütüncül bir yaklaşım sergilenmiştir. Sosyal devlet olmanın gereği olarak halkın refah seviyesinin artırılması ve sağlıklı bireylere sahip olması için üstün çaba sarfedilmiştir. Elde avuçta yokken çıkılan yolda hem kanun koyucuların hem personelin hem de halkın uğraşları sonucu bir çok başarı elde edilmiştir.

Koruyucu sağlık uygulamaları sayesinde bulaşıcı hastalığa sahip birçok kişi saptanmış ve tedavi altına alınmıştır. Bulaşıcı hastalıkların salgın yapmaması için aşı çalışmaları önem kazanmıştır. Kendi ürettiğimiz aşılarla yapılan bu savaşta yeri gelmiş başka ülkelere de destek olunmuştur.

Okuma yazma düzeyi çok düşük olan halka ulaşmak için film, kitapçık, afiş gibi görseller kullanılarak halkın bilinçlenmesi sağlanmıştır. Sadece halkın değil sağlık çalışanlarının da bilgilenmesi için toplantılar, eğitimler düzenlenmiş, yabancı dilden çevrilen kitaplar dağıtılmıştır.

O dönemde yapılan kanunların büyük bir kısmının bazı değişikliklerle hala yürülükte olması o dönemki yöneticilerin ne kadar ilerici olduğuna  bir örnek teşkil etmektedir.

Tüm bu kazanımlara baktığımızda Atatürk'ün 1920 yılında ortaya koyduğu halkçılık ve devletçilik ilkesinin en çok da sağlık poltikalarına temel olduğunu söylemek yerinde olacaktır.

Kaynakça

AĞIRBAŞ, İ., AKBULUT, Y., & ÖNDER, Ö. R. (2011). Atatürk dönemi sağlık politikası. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 12(48), 733-748

AKSAKAL, H. İ. (2017). Dr. Refik Saydam Önderliğinde Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetlerini Modernleştirme Çabaları. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 27(1), 219-232.

CANSEVER, İ. H. (2018). Devlet Anlayışları Ekseninde Sağlık Politikalarının Değişimi ve Analizi: Türkiye İncelemesi. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (31), 105-120.

KARABULUT, U. (2007). Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Sağlık Hizmetlerine Toplu Bir Bakış, Dr. Refik Saydam’ın Sağlık Bakanlığı ve Hizmetleri (1925-1937). Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 6(15), 151-160.

ÖZTÜRK, M. (1999). Cumhuriyet Dönemi'nde sağlık hizmetleri. SDÜ Tıp Fakültesi Dergisi, 6(1).

SALTIK, A. (2014). Türkiye’de Erken Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri. 

TEKİR, S. Erken Cumhuriyet Dönemi Türkiye’de Bulaşıcı Hastalıklarla Mücadele (1923-1930). Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, (65), 407-430.

TEKİR, S. Sıhhiye Ve Muavenet-İ İçtimaiye Vekâleti’nin Kuruluşu Ve Erken Cumhuriyet Dönemindeki Faaliyetleri (1920-1930). Belgi Dergisi, 2(18), 1301-1326.

Beyin Cerrahisi Uzmanı Mert Nazik

Yeni yorum ekle

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.