Çalıştığı banka sürekli soyulan bir bankacı işini doğru yapabilir mi?

Siyasette devrimcilik ile reformculuk arasında bir fark
vardır.Bu iki kavram çokça karıştırılır ve biri diğeri gibi sunulur.Ama bu
kavramları sadece siyaset sahnesine ait kılmakta çok yanlış olur.Bu iki
kavramın mücadelesini eğer ararsak pratik hayatın hemen hemen her yerinde
görebileceğimize inanıyorum.

Bence devrimcilikle reformculuk arasındaki farkı en iyi
kavratan mesleklerden birisi hekimlik mesleği. Yine bu farkı bir doktorun
gözüyle anlatacak olursak akut batın yani karın ağrısı tanısıyla gelen bir
hastaya hemen bir ağrı kesici verecek olursanız bu hekimlik diplomanızın elinizden
alınmasına bile sebep olabilir.

Neden  mi ?

 Çünkü  hekim dediğin devrimcidir. Görünenin
arkasındaki gerçeği bilimsel metodla araştırır.Hastanın onu yönlendirmesine
hastanın iyiliği için izin veremez.Meslek hayatına devam edebilmesi için empati
yapar ama sempati duyamaz.Hastaya hikayesi ve bulgularıyla materyalist bir
metodla sistematik olarak yaklaşır.Önce ağrının karakterini araştırır,sürecin
nereye evrileceğini izler ve ileride olası konulabilecek tanılara ve
yapılabilecek tedavilere göre hastayı koruyucu önlemler alır.Ancak bir reformcu
hastaya direk ağrı kesici verir ve ağrıyı baskılayarak elindeki tek bulguyu yok
eder ve hastalığın tanısını koyamaz.Örneğin  Apandisitli hastanın karın ağrısını ağrı
kesici ile kesen hekim, körbarsağın patlaması ile ölüme sebep olur.

Peki bütün bunların hekime şiddetle ne alakası var
diyeceksiniz? Bir alakası var elbette. Hekimin her geçen gün can güvenliği risk
altında olduğu bir dönemde sizce hangi hekim gerek tarihsel gerek mesleksel
misyonunun gereği olan devrimci tutumu gerçekleştirebilir.

Artık Tıp Fakültelerinde bilim yapılmıyor ve öğrencilere
bilim öğretilmiyor bilmiyorsanız ben size söyliyeyim.Ve bu sorun ne yazık ki
tamam ile fakültelerin ve hocaların sorunu da değil.

Artık fakültelerde öğrencilere öğretilen neredeyse şudur;

Nasıl temiz kalırsın?

Nasıl hakkında soruşturma açılmaz?

Nerede ne yaparsan malpraktis olmaz?

Yani doğrulardan yola çıkan bir eğitim anlayışı yerine
yanlış yapacağınızı ve hayatınızın tehlikeye girebileceğini varsayan bir eğitim
anlayışına kaydık anlayacağınız. Kısaca söylemek gerekirse mezun olup pratisyen
hekimliğe başlayacak kişinin kafasında artık fakülteye başlarkenki hümanist
duygular yok edilir hale getirilmiştir.

Körpe doktor insan sağlığı adına kendi üzerinde hissettiği
sorumluluktan ve iyileştirme şevkinden çok karşısına gelen hastayı en kazasız
belasız şekilde başımdan nasıl savarım kaygısına düşürülmüştür? Bir üst
basamağa nasıl sevk ederim derdindedir? Fakültede  öğretilenler daha doğrusu bilinç altınıza istemsizce
de olsa telkin edilenler bunlardır.

En az 6 sene yoğun ve her geçen gün üzerine yeni bilgi
eklenen derslerin altında ezilen doktor bir de hasta tarafından ezilir hale
getirilmiştir. Ezilme çağımızın her bireyinde yarattığı gibi doktorda da bir yabancılaşma
yaratır hale gelmiştir. Doktor artık misyonunu yadsır durumdadır. Bu yadsıma
eğitim sürecinde amaç olan bilimsel mantığa yansımış gözüküyor.

 Eğer derslerde
öğretilenlerin ve sınavlarda sorulanların mantığı bir hastalığın nedenini ,niçinini
ve nasıl tedavi edileceğinden çok tamamen ezbere dayalı bir şekilde arasındaki
bağlantıyı kurmaksızın öğretilip ve o şekilde soruluyorsa, orası bir bilim
yuvası değil olsa olsa bir tekkedir artık.

Böyle ortam da bilim olmaz,
yapılamaz. Öğrenciler TUS diye bir sınava takmışlar. Ortalık bilgiyi sadece
bilen ama mekanizmasını bilmeyen ve onu pratikte kullanamayan hafız sürüleriyle
dolu.

Bu süreç bir kısır döngüdür. Fizyolojide buna pozitif feed
back denir.

Her şey karşılıklıdır.

Anlayışsız hasta anlayışsız doktoru yaratır. Ama dediğim
gibi bunun hiçbir eğitim düzeyiyle doğrudan ilişkili olduğunu zannetmiyorum. Çünkü
toplum okumuşuyla da cahil denileniyle de orta çağdan tam anlamıyla
çıkamamıştır.

 Hal bu iken
liberalizmin ve feodal kalıntıların hala hüküm sürüdüğü güzel ülkemde hayatta
en hakiki mürşit hiç bilim olamadı.

Bireysel hırs ve ego tatmini o büyük insanlığa katkı
sağlamanın çok önüne geçmiş durumda.TUS’u kazanıp uzman olmak isteyenler
aslında hangi bölümde uzman olmak istediklerini de bilmiyor.Tıpkı neden tıp
fakültesi yazdıklarını bilmedikleri gibi.Görünüş, isteklerinin sebebi olarak
özgür iradeye işaret etse de sebep çoğu zaman yabancılaşmış insanların
beyinlerine dışarıdan telkin edilmiş imajlardan ibaret.

Kimse kendisine benim kumaşımdan hangi elbise çıkar sorusunu
sormuyor. Sorular çoktan belirlenmiş bile ;

Hangi branşlarda daha çok para kazanırım?

Hangisinde daha rahat olurum?

Hangisinde başıma bir bela gelme olasılığı az olur? Ve
hangisinde saygınlığım fazla olur?

 Şimdi sormak gerekir
anlayışsızlığın, bilgisizliğin, ukalalığın bu kadar kol gezdiği bir ortamda
yabancılaşmanın bu kadar yoğun ve karşılıklı yaşandığı bir ortamda, doktorun
kendi canından bile emin olamadığı bu ortamda hangi doktor işini layığıyla
yapabilir? Mesleğe çıkmaya hazırlanan hangi öğrenci gerçekten bir şeyler
bilerek ve özümseyerek çıkabilir. Unutulmamalıdır ki sürekli stres altında
yaşayan anksiyöz beyinlerin karar verme ve öğrenme gibi bilişsel işlevleri tam
kapasiteyle çalışamaz. Çalıştığı banka sürekli soyulan bir bankacı işini ne
kadar doğru yapabilir?

Bir intörn hekim olarak açıkça söylemeliyim ki niyetlerimiz
hala tertemiz olsa bile edeceğimiz Hipokrat yeminleri artık yalandır. Çünkü
bilinçaltımız bizden önce harekete geçer .Ve biz artık öncelik olarak hastanın
çıkarından çok onu mümkün olan en az sorumlulukla,belaya bulaşmadan başımızdan
savmaya yönelik çalışır hale getirildik.

Sağlık alanı sadece dıştan değil içtende çökertilmekte. Bu
her yere düşüncesizce tıp fakültesi açan ama toplumsal kültürel normlarında
gericiliğin kol gezdiği sistem, tam da çağına uygun bir şekilde tekelci bir
eğitim mantığı yaratmıştır.Bilimde kalite değil kalitesizlik ülke geneline
yayılmıştır.Bilim ve kaliteli doktorluk tekeli üç beş tane köklü üniversiteye
ve çevre üniversitelerdeki  psikolojikman
 - azmin değil yanındakini ezmeye dayalı
bireyci hırsın körüklendiği - liberal düzene ayak uydurabilmiş,sadece bilişsel
anlamda zeki ama hayat hakkında hiçbir fikri olmayan mekanikleşmiş öğrencilere
kalmıştır.

Ve böylece tekelci mantık tam ekonomik alanda işlediği gibi
sağlık camiasında da tutunamamış diğer doktorları adeta piyasadan çekilmeye
zorlamış ve kendi çarkını döndürebilmek için onları kendi proleteri haline
getirmiştir.

Bu anlayışsız hastaların yarattığı anlayışsız doktorlar
gerçekten insanüstü emeklerle hocalık mertebesine erişmekte. Ama yılların
dolmuşluğu ve sürecin başarısı için gereken mekanikleşme sonucu oluşan
bastırılmışlık çoğu zaman bir yerden fışkırmakta elbette. Bu sefer mobbing ve
aşağılama baş göstermekte.Sırf hata yapabileceği öğrenci denilen yaratıkların
hatasına tahammülsüzlüğe ise  “eğitim”
denilmekte.

Bir de bu etkenler sonucu ülkeyi dönüştürmeyi değil terk
etmeyi düşünen bir profil var ki bu ise başka bir yazının konusudur.

Kısacası daha hala bilimin özgürleşmesi ve  üzerindeki zincirleri kırması için gereken
toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişme düzeyinde hala değiliz.Bu kadar kötü
şeyleri saysakta doktorun saygınlığı ve toplumu dönüştürmedeki işlevselliği bu
koşullara rağmen hala ayaktadır.Biz genç hekimlerin üzerine düşen ise umudu
dürtüp umutsuzluğu yatıştırmaktır.

Yanisi  “ kabahat senin,
                                      — demeğe de dilim varmıyor ama —
                      kabahatın çoğu senin, canım kardeşim
!”

Yeni yorum ekle

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.