Engelliyi, engellemeyin yeter!

Birleşmiş Milletler nezlinde alınan kararla 9 Aralık 1975
tarihinde yayınlanan bildirgeyi, 1981 Dünya Engelliler Yılı olması ve 14 Ekim
1992 UNESCO kararı ile belirlenen 3 Aralık Dünya Engelliler Günü olarak
belirlenmesi takip etti. Senede 1 kere bile olsa, sorunlarımızı anlatabilmek,
sorunlara çözüm öneri sunabilmek, anlatabilmek ve anlaşılabilmek için
belirlenen bu günde, engellilerin sorunlarına dokunacağız.

20 Şubat 2019 yılında çıkan kararnamenin 4/b maddesine göre Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı; engelliyi söyle tanımlar:  ‘’Engelli birey: Fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal yetilerinde çeşitli düzeyde kayıplarından dolayı topluma diğer bireyler ile birlikte eşit koşullarda tam ve etkin katılımını kısıtlayan tutum ve çevre koşullarından etkilenen birey’’.  Engellilik durumları fiziki, anatomik, psikolojik olabiliyor. Kararnameye göre, engellileri, dilsel, işitsel, görsel sakatlıklar, zihinsel ve diğer psikolojik rahatsızlıklar, organ, iskelet sakatlıkları, dış görünüşle ilgili bozukluklar ve bu sınıflandırmaların altında yer verilemeyecek diğer sakatlıklar olmak üzere toplam dokuz grupta ele alınmıştır. WHO’e göre, noksanlık, özürlülük ve maluliyet olarak, engellileri 3 kategoriye ayırıyor. Engellilerin genel olarak ulusal ve uluslararası tanımları bu şekilde geçiyor. Resmiyeti bir tarafa bırakalım; engellilere bir de toplumsal, psikolojik, sosyal, ekonomik ve eğitim açısından bakalım.

Ekonomik açıdan bakalım… Dünyada 500 milyona yakın; ülkemizde
6.9 milyon engelli var. Bazılarımız engellerle beraber hayatını idame ettirip
çalışabilirken, bir grup sadece hayatını idame ettirebiliyor, bir kısmı ise
birisine muhtaç olarak yaşamak zorunda kalıyor. Ülkemizde  %3 engelli istihdamı var ancak bu oranlar 50
kişi ve üzerinde çalışanı olan özel kurumlar ve kamu sektörü için geçerli. Aile
Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan aldığımız verilere göre 50.000 kişi
kamuda, 100.000 kişi özel sektörde istihdam ediliyor.  6.9 milyonda, 150.000 istihdam! Engelli
kişiler de, sağlıklı kişinin doğal ihtiyaçlarını tüketiyor. Öncelikli
ihtiyaçlar olan, yemek yemek, barınmak, sağlık ve eğitim kurumlarını kullanmak
gibi. Çünkü engellinin de, sağlıklı kişilerin kullandığı tüketim malzemeleri
aynı… En azından fizyoloji ve güvenlik ihtiyaçlarını tedarik etmesi için,
ekonomik gelire ihtiyaç var ki; .  6.9
milyon engellide, 150.000 istihdam; engellilerin durumunu açıklıyor ve bu
konuda başka bir söze gerek kalmıyor.

  

  

   





Sosyal açıdan
bakalım…  Engelli olan kişilerin topluma
katılması ne oranda; bir de onu değerlendirelim! 6.9 milyon yani %12 engellinin
olduğu ülkemizde, dışarıda yürürken ne kadar engelli görüyorsunuz? Ortak
noktalar olan, yürüyüş alanları, metrolar, otobüsler, kamusal alanlar…… Ne
kadarı engellilere uygun? Engelliye uygun olmayan,  birisinin desteği ile kaldırımdan giden,
yürüme engelli kişinin, bir anda orta noktaya dikilmiş ağaç, park edilmiş bir
araç ile karşılaştığı anki durumu gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz? Veya
rampası olan kaldırıma çıkan ama kaldırım bitiminde rampası olmamasını... En
kalabalık ilimiz olan İstanbul’da en son yapılandırılan ulaşım yolu olan
metrolarda bile, her durak engelliye uygun değildir; engelliye uygun olanlarda,
gerekli semboller vardır. Bu noktalar en son teknolojiye göre işleyen ve  9 Aralık 1975 tarihinde engelli bildirgesini,  14 Ekim 1992 UNESCO kararını kabul
ettikten sonra gerçekleştirilen çalışmalar idi… Engelli zaten kendi sorunları
ile mücadele verirken, plânsız ve detayları düşünülmeden yapılmış çalışmalar
olarak, biz de ayrıca engellileri engelliyoruz.

Eğitim açısından bakalım. Eğitimde 2 farklı engelli grupla
karşı karşıyayız. Bunlardan birisi, zekası okumaya yetkin olmasına karşın;
yürüme, görme, duyma gibi sorunlarının olmasından dolayı yaşanan sorunlar ile
zihinsel olarak sorunlu olduğu için, özel okullara gitmesi gereken öğrenciler.
Bunları farklı açılardan görebilmek ve değerlendirebilmek gerekli… Zihinsel
sorunu olmayan kişiler de çok başarılı olabilirler yeter ki; okullarımız
belirli standartlara uygun olsun! Çok iyi bilinen bir gerçek vardır ki; BİR
UZUVU AZ İŞLEYEN VEYA İŞLEMEYEN BİR KİŞİNİN, DİĞER UZUVU DAHA GÜÇLÜDÜR. Örneğin;
görmeyen bir kişinin sese karşı duyarlılığı daha fazladır. Kendisine uygun işi
seçen her engelli başarılı olabilir. Örneğin göremeyen kişilerin santral,
avukat gibi meslekleri, yürüyemeyen kişilerin masa üstü işlerini seçmesi,
duyamayan kişilerin gürültülü sanayinin olduğu yerlerde çalışmaları, kolları
olmayan kişilerin sosyolog, psikolog gibi işleri seçmeleri, epilepsi gibi
rahatsızlıkları olanların tehlikeden uzak (pilot, subay, operatör gibi)  işleri seçmeleri, ilk adımlarının doğru
olmasını sağlayacaktır.  Engelliler için
tek hassasiyet, engelinin, engelliyi engelleyemeyeceğini kabullenmesidir. Zihinsel
engelli olan çocuklarımızın da hayatını daha kaliteli hâle getirebiliriz. Bunun
için ilk yapmamız gereken, ilçemizde bulunan İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Özel
Eğitim bölümüne gitmek! İlçede engelli kişiye en uygun okul, kendisine
sunulacaktır. İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gitmesi durumunda, diğer ilçelerde
de, çocuğuna uygun hangi okulların olduğunu öğrenebilir. Böylece eğitilen
engelli çocuğun da hayat kalitesi artar, sosyal bir kişi olur ve hayata
tutunur…


Psikolojik açıdan bakalım… Önce empati yaparak
başlayabiliriz… Hayatımızda herhangi bir döneminde bir engel ile
karşılaştığımızı varsayalım; canımız sıkılmaz mı? ‘Neden ben’ sorusu gelmez mi;
aklınıza? Karda düşüp; ayağınızı kırdınız ve 15 gün evde oturmanız gerekti; zorlanmaz
mısınız? Tüm bunların sürekliliği olduğunu düşününce; bunun yükü ağır değil mi?
Tüm bunlarla mücadele eden dezavantajlı kişilere olumlu yaklaşarak, kendimizin
de engelli olmaya aday olduğumuzu bilerek; içimize almamız, engellinin motive
olması için zaten yeterli…  Bunun
haricinde dezavantajlılar olarak sizden bir talebimiz yok zaten! Zaten onları
toplumdan dışlayarak ne kazanabiliriz ki?

Toplumsal açıdan bakalım… Gelişmiş toplumlarla, gelişmemiş toplumları birbirinden ayıran en kalın kırmızı çizgi, bir nokta kişileri, diğeri topumu düşünür. Gelişmemiş toplumlarda kral, padişah veya han olan kim ise, söylediği doğru olan da odur ki; toplumsal çalışmalar pek hız alamaz. Oysa gelişmiş ülkelerde, kişiler ikinci planda; toplum ilk plandadır. Bu nedenle sivil topum kurumları çok fazladır ve konu o STK ilgilendiriyorsa, mutlaka verilecek karar için fikri alınır. Toplumsal olarak değerlendirilen konular, yaşlı, engelli, çocuk, çalışan, kadın, tabiat gibi geneli ifade eder ve bu nedenle alınan kararlar, diğer kişilerin üzülmesine neden olmaz. Örneğin sağlıklı bir kişinin, engelli olmasına neden olan kişi için af durumu gibi… İş yerinde iş kazası ve/ya meslek hastalığına yakalanmış bir kişinin işten çıkarılması gibi.. Toplumsal açıdan bakış; biraz önce dokunduğumuz ekonomik, sosyal, psikolojik, eğitim düzeyi sorunlarının bileşkesidir! Toplumun bakış açısı, duyarlığı, çoğunluğun fikirleri, bizleri daha iyiye veya daha kötüye götürür. Daha iyiye gitmek için ilk başa dönüp; eğitimle toplumu bilgilendirmekle çalışmaya başlamak gerekiyor.

Kişilerin değil; toplumların baz alınarak, azınlığın değil; çoğunluğun taleplerini değerlendirerek; bugün engelli değilim demek yerine; sağlıklıyım ama engelli adayıyım diyerek bakabildiğimiz gün; güneşin doğduğu gün olacak! Kimse engelli olmak istemez; sonradan engelli olup da sevinilmez ama ne yazık ki olunabilinir! Sonradan kazanılmayıp; doğuştan da engelli olunduğu olunur… Hiçbir anne-baba, çocuğum ‘engelli çocuğum olacak’ diyerek getirmez hayata! Engelle karşılaşıldığı gün; dünyanın en kötü hastalığının, karşılaşılan hastalık olduğuna inanılır. Çünkü sevdiği kişinin, dolayısıyla kendisinin canı yanmıştır. Engeli görür ve o hastalığı, o gün hisseder! O gün, ne ailesi, ne doktoru ne de başka bir kişidir; on yardım edecek olan. Tek destekçisi, o hastalığı yaşayan kişidir. Tek tek ne yapacağını bilmeyen, bir şeyler yapmak isteyen ama nasıl yapacağını bilmeyen kişilerdir; engellilerin sivil toplum örgütleri…

Toplumsal çalışmalar eğitim, tüm bu çalışmaların başıdır.
Bir otel müdürü olarak, daha önce İşkur ve Üniversiteler ile çalışmalar yapıp;
satış pazarlama eğitimleri ve servis personeli yetiştirme eğitimi vermiştim.
Eğitimi tamamlanan kişileri işe yerleştirdiğimiz zamanki mutlulukları görülmeye
değerdi... Epilepsililere öncülük yapabilmek için otel müdürlüğünü bıraktığım
dönemde, günümü kurtarmak için haftasonlarında İngilizce ve Fransızca dersleri
vermiştim. Öğrencinin ilerlediğini görmek, ona birşeyler kazandırabildiğinizi
hissetmek harika bir duygu... Ama engelli olup; hayattan bezmiş, yaşam ümidi
kaybetmiş, ‘bu saatten sonra okuyamam’, ‘bu saatten sonra çalışma hayatına
nasıl girebilirim ki’, ‘dışarı çıkmaya çekiniyorum; ya fenalaşırsam’ diyen,
çaresizliklere çare olmak; böyle düşünen hasta ve yakınları ile konuşup, onları
yapmaları gereken konularda bilgilendirmek, ‘ben de senin gibiydim ama yaptım.
Sen de istersen yapabilirsin’ diyerek hayata tutundurduğunuzu görmek, hepsinden
daha güzel!  Bu nedenle özellikle şunu
belirtiyorum. ‘Ben senden çok daha kötü durumdaydım; 3.5 yıl evden dışarı bir
ekmek almaya kendim gidemedim ve 3 hafta yatalak olmayı tattım ama ben
kazandım. İstersen sen de kazanabilirsin! Şimdi kenarda oturup; düşünecek
misin; yoksa harekete mi geçeceksin?

Öğrenmek; öğretmek güzeldir ama hayata tutunamayan, psikolojik bunalım hatta
intiharlara kadar giden durumların önünü alabilmek, seminer-panel gibi
çalışmalarla doktorlara soramadıkları herşeyi 
öğrenerek; yanlış müdahalelerden kurtarmak farklı bir duygu. Bana ‘bu
yaştan sonra ne yapabilirim’ diyerek gelen ama şimdi birşeyler yapabilenleri
de, ‘ameliyatla ölme riskim var, korkuyorum’ deyip, ameliyatla iyileşenler
de... Yaşamak ve yaşatmak; hayata tutunmak ve tutundurtmak; acımak değil;
destek olmak, engelin kişiyi değil; kişinin engeli yenmesine yardımcı olmak...
Bence eğitimler arasında en zevkli olanı bu! Herkes yaşadıklarını hisseder
hayatta. Bir annenin hislerini, başka bir anne anlayabilir veya bir hasta yine
aynı hastalığı tadan bir kişinin hislerini... Doktorunun verdiği ilacının doğru
olup-olmadığını bile bana soran, ne kadar çok kişi oldu... Çünkü engelli olan
bir kişi, yine kendisi gibi engel sorunu yaşayan bir kişiden aldığı tavsiye ve
bilgiler, çevresinden, hatta uzmanından aldığı bilgiden bile daha kıymetli
oluyor!       

Ben de bir engelliydim ama inanarak; savaşarak engeli
yenmeyi başardım. Hatta sadece dernek başkanlıklarıyla değil, ilk epilepsi ile
ilgili romanı yazdım, ilk epilepsi bültenini hazırladım, Nevşehir’de ilk kadın
kolları başkanı oldum, Beylikdüzü’nde ilk otobüs hattı seferlerini koydurdum,
hepsinden önemlisi 15 yıl çalışarak, benim gibi uzaktan eğitim almak zorunda
kalanlara 42.600 kelimelik ilk elektronik iktisadi ve idari bilimler sözlüğünü
hazırladım. Tek amacım engellilere ışık olabilmek; yön vermek...

Hem Epilepsi ve Yaşam Platformu başkanı, hem Türkiye Sakatlar Derneği Kadın Kolları Başkanı, hem İşçi Sendikası İstanbul Şubesi Engelliler Sorumlusu hem de Öncü Kadın Engelliler Komisyonu üyesi olarak çalışan, çalışmayan, çalışamayan; kadın, erkek tüm engellilerin gününü kutluyor; bu özel günümüzdeki basın açıklamamızda bizim yanımızda olan Cumhuriyet Kadınları Derneğine teşekkür ediyor, daha bilinçli, daha duyarlı, daha sosyal bir dünyanın oluşmasını temenni ediyoruz. Tek dileğimiz; engellilerin engellerle engellenmemesi…

Saygılarımla

Ebru ÖZTÜRK

Yeni yorum ekle

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.