
Soner Yalçın “Homeopatik tıbbın öncüsü Alman C.F.Samuel Hahnemann'dan (1755-1843) uzun uzadıya söz ediyor kitabında. Hahnemann 1796’da bir Alman tıp dergisinde yayınlanan homeopatik yaklaşım hakkında makalesi ve 1810’da yayınlanan “Akılcı Şifa Veren Sanat Örgütü” kitabıyla tamamlayıcı/alternatif tıp ekolünü yarattı. “Benzer benzeri tedavi eder, bir insanı hasta eden onu iyileştirir de! Yani aşıda uygulanan sistem! Yani benzerlerin yasası” Maya. Çin, Yunan, Amerikan yerlileri. Birçok kültür tarafından uygulandı Dendi ki uygarlıktan önce insanların hastalıkları daha basitti: "endüstriyel tıp" kendi karmaşasını hastalıklar üzerinde uygulamaya başladı ve hastalık asıl seyrinden uzaklaştı” (s.40)
“Homeopatinin kurucusu Alman hekim Hahnemann şu tezleri ileri sürdü:
-Bütünü dikkate almadan bölgesel semptomlara bakarak toksik ilaç kullanılması vücuda baskı yaparak aslında hastalığı iyileştirmiyor, aksine sorunu daha derine itekleyerek ileri süreçte daha ciddi rahatsızlıklara neden oluyor. Mesela: Frengi…””Yalçın bu konudaki eleştirimize de yanıt vermekten kaçındı biliyorsunuz, etkeni belli olan ve başta penisilin olmak üzere antibiyotiklerle frenginin etkin tedavisi ve neredeyse kökünün kazınmasını bile göz ardı etmesini, karalamasını eleştirmemizi güzel aldırmazlıkla geçiştirdi. (s.41)
* Aşı konusuna ileri sayfalarda değineceğim ama yeri gelmişken şu notu düşmeliyim.:Homeopatik hekimlere göre, aşıların bireysellik gözetilmeden bütün bir nüfusa uygulanması son derece tehlikeliydi. Her bireyin aşıya farklı düzeylerde duyarlılığı varken, aşı herkese yapılıyordu. Evet, her beden farklıydı oysa. Aşı vücuttaki bambaşka hastalıkların ortaya çıkmasını tetikliyordu. Maalesef... Ülkemizde ABD'den bire bir kopya edilmekte olan yüklü aşı programının, bugün küçük çocuklarda epidemik/salgın boyuta ulaşan alerji, gıda intoleransları, astım, diyabet ve diğer otoimmun hastalıkları karşımıza çıkardığını hiç tartışmıyoruz. "Ama aşılar" diyenin kafasına çullanılıyor!. Neyse, geleceğim bu konuya.. (s. 41 dipnot 30)
Özellikle çocukluk çağı temel aşılarının bebek ve 5 yaş altı çocuk ölümlerini çok büyük oranlarda önlediği, tüm dünyada yüz milyonlarca çocuğa güvenle uygulandığı açık seçik ortadayken homeopatik tıp zırvalarıyla aşı konusunda bir tereddüt yaratmak, zihinleri bulandırmak büyük bir sorumsuzluktur. Aşılar nedeniyle alerji, gıda intoleransları, astım, diyabet, ve diğer otoimmün hastalıklar (ve de otizm) salgın boyutuna ulaşmış. El insaf, bu kadar dayanaksız, kanıtsız, desteksiz bir atışa nasıl seyirci kalabiliriz? Siz bu saçmalıklara inansanız çocuğunuza aşı yaptırır mısınız? Yalçın, Kara Kutu kitabında gözü doymaz bir aşı lobisi dayatıyor bu aşıları diyor. Türkiye’de çocukluk çağı temel aşılarının toplam maliyeti sadece 200 milyon dolar. Milyonlarca çocuğumuz bu parayla bağışıklanıyor. Aşıyı neden biz üretmiyoruz, neden böylesi bir stratejik alanda dışa bağımlı hale geldik, elbette bizler de sorguluyoruz sürekli bu konuyu. Asıl konuşmamız, tartışmamız gereken de bu zaten, desteksiz atışlarla toplumun aşılara güvenini sarsmak değil. Türkiye'de tam aşılama yapılan çocukların oranı son yıllarda düşüyor na yazık ki. Yalçın'ın yaptığı gibi aslı astarı olmayan aşı karşıtlığı yüzünden aşı kararsızlığı ve aşı reddi yapan ailelerin sayısı da hızla artıyor, 2018 yılında aşı reddi yapan ailelerin sayısı 30 bine yaklaştı. Söz gelimi kızamık salgınları ile aşılama oranları arasında çok yakın bir ilişki var, 2013'te bütün Türkiye'yi saran, 7 bin 400 çocuğa bulaşan kızamık salgını oldu. Sonra Sağlık Bakanlığı büyük faaliyet içerisine girerek aşılama kampanyaları yaptı. Kızamık yeniden azalmaya başlamışken 2017'de yeniden artmaya başladı ve 2018'de 714 kızamık vakası görüldü. Aslı astarı olmadan ailelerin zihnini bulandırmak bu salgınlara zemin hazırlıyor ne yazık ki.

Homeopatik hekimlere göre aşıların bireysellik gözetilmeden bütün bir nüfusa uygulanması son derece tehlikeliymiş. Ne yapılacak yüz milyonlarca çocuğa ayrı ayrı yüz milyonlarca aşı mı geliştirilecek? Bu ne ipe sapa gelmez bir iddiadır.
Yalçın’ın kitabındaki homeopati ile ilgili anlatımına geri dönelim. “Alman hekim Hahnemann’ın öğrencileri dünyanın dört bir yanına yayılıyor. Hollandalı homeopat Hans Gram ABD’ye göç etmeden kısa süre önce homeopati bu ülkede gelişiyor. Ardından 1844’te ABD’nin ilk ulusal tıp topluluğu olan Amerikan Homeopati Enstitüsü kuruluyor. Ancak homeopatinin ABD’de hızla gelişip ilgi görmesi üzerine 1847’de homeopati girişimini yavaşlatmaya yeminli rakip bir “modern doktor” grubu oluşuyor, bu organizasyon kendilerine Amerikan Tabipler Birliği (AMA) adını veriyor. AMA üyesi doktorların homeopati ve homeopatlara karşı düşmanlığı o kadar güçlü ki homeopatiyi benimseyen tüm hekimlerin yerel tıbbi topluluklardan temizlenmesine karar veriyorlar. Bir seferde yalnızca tek ilacın kullanılması ve sadece sınırlı dozlarda reçete edilmesi taraftarı homeopat hekimlere karşı sadece para kazanma hırsı içindeki AMA’ya bağlı endüstriyel hekimler değil, eczacılar ve ilaç şirketleri de harekete geçiyor. Zira hepsi daha çok ilaç tükettirtip daha çok para kazanmak peşinde.. “ (s.42-43)
Geçen yıl Homeopati Bilimi kitabını yazan Prof George Vithoulkas “endüstriyel tıp” ile temel ayrılığı şöyle anlatıyormuş: Hahnemann'ın yenilikçi fikirleri yerine tıp dünyasında Louis Pasteur tarafından ortaya atılan maddeci kavramlar geniş kabul görüyordu. Pasteur'un kavramları Newton'un somut kavramlar dünyasına daha iyi uyuyordu. .Pasteur'un mikropların doğası üzerine yaptığı araştırmalar ve ortaya attığı teoriler herkesin hastalığının nedenlerinin bulunduğuna inanmasını sağladı; mikroplar..
-"Modern bakteriyoloji bilimi ilerledikçe hastalık sürecini başlatmaya sebep olarak hem mikrop hem de bünyenin hassasiyetinin gerekli olduğu sonucuna varıldı. Endüstriyel tıp bu gerçeğe gözlerini kapatarak yeni mikropların, bakterilerin, virüslerin vs. peşine düşmeye devam etti ve onları öldürecek kuvvetli ilaçlar geliştirdi sürekli. (...) (s.43)
-Tıbbi araştırmacıların saplantı şeklinde mikroplara, hastalıklara yol açan somut sebepleri araştırmadaki ısrarcı tutumları, belirgin şekilde halk sağlığını tehdit eden daha toksik/zehirli ilaçların gelişmesine öncülük etti. (s.44)
-
**
Soner Yalçın’ın komplo teorilerini okudukça gözleriniz fal taşı gibi açılıyor, endüstriyel tıbbın (Rockefeller tıbbının?) kapısını açmakla itham ettiği Louis Pasteur özellikle kuduz hastalığına karşı açtığı savaşla adını tıp/bilim tarihine altın harflerle yazdırmıştı. Bilindiği gibi bakteriyolog olarak görev yaptığı süre boyunca, tıbbın ilerlemesine büyük katkılarda bulunan devrim niteliğinde atılımlara öncülük eden, ancak tıp doktoru olmadığı için, doktorlardan büyük tepki gören Pasteur, tepkilere rağmen çalışmalarına devam etmişti. Hekimlerin/cerrahların çoğunun inkâr ettiği, mikroorganizmaların, bakterilerin var olduğu ve hastalıklara yol açabilecekleri konusundaki inancını hep sürdürdü. Zaman Pasteur’un öngörülerinin ne kadar haklı olduğunu kanıtladı. Pasteur yalnızca kuduz aşısını değil, koyun ve inek gibi hayvanların ölümüne neden olan, dahası insanlara da infekte hayvanlardan bulaşan şarbon hastalığın etkenini (Bacillus anthracis) Robert Koch'un 1876'da bulmasının ardından bu hastalığı önleyen aşıyı 1881 yılında geliştirmişti. Kangren tehlikesinin önüne geçmek için yaptığı çalışmaları da tıp alanında saygıyla anılması gereken sayısız başarılarından biriydi. Pasteur’un 1887’de kurduğu Pasteur Enstitüsündeki öğrencileri Difteri (kuşpalazı) ve veba gibi hastalıkların etkenlerini ortaya koyarak tıpta büyük ilerlemelerin yolunu açtı. Pasteur, mayalanma sürecinde ve bulaşıcı hastalıklarda mikroorganizmaların rol oynadığını kanıtladı ve böylece kendiliğinden türeme teorisini çürüttü. Şarap, bira, süt, meyve suyu gibi mayalanan sıvıların uzun süre bozulmadan saklanmasını sağlayan "pastörizasyon" adlı konserve yöntemini geliştirdi. Bu yöntem şu an farklı şekillerde olsa da, halen çok yaygın biçimde uygulanmaktadır. Yalçın, Kara Kutu kitabındaki dayanaksız iddialarla 19.yüzyılda tıpta devrimin önünü açan Pasteur gibi kahramanları bile gözden düşürmeye çalışıyor ne yazık ki. Önümüze de alternatif olarak homeopati gibi bir saçmalığı koyuyor, buyurun yerseniz diyor.

Yalçın, Bütün bilinçli hastalar için açık olan şudur; hastalıkların somut sebepleri için yapılan saplantılı araştırmalar, endüstriyel tedavi, bilimin temeli değildir. Eklemlerin iltihaplanması olan artrit, astım, kolit, ülser, kalp krizi, epilepsi-sara, anksiyete, depresyon hastalıkları için verilen ilaçların çoğu genel anlayışa göre tedavi edici değildir. Yan etkileri göz ardı edilerek verilen bu ilaçlar hastalığın sebebine tam olarak vurucu etki yapmayıp rahatsızlıkları geçici olarak hafifletmektedir. Bu da endüstriyel tıbbın kendi başına hastalıklarla etkin olarak mücadele etmedeki çaresizliğinin göstergesidir. Tıpta zannedildiği gibi aşama kaydedilmemiştir..” (s.44) diyor.
Soner Yalçın’ın iddia ettiği gibi modern tıpta aşama kat edilmeseydi bebek ölümleri, çocuk ölümleri anne ölümleri, doğumda beklenen yaşam süreleri son yüz yılda olağan üstü bir iyileşme göstermezdi. Söz gelimi 1900 yılında doğumda yaşam beklentisi gelişmekte olan ülkelerde yalnızca 25 gelişmiş ülkelerde de 45’iken 2018 yılında sırasıyla 71 ve 80 yaş oldu. Gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerde doğumda yaşam beklentisindeki bu çarpıcı artışta toplumda yaygın ölçekte görülen hastalıkların tedavi edilebilmesinin, bebek ve çocuk ölümlerinin önlenmesinde antibiyotiklerin ve aşılamaların katkısının yanı sıra modern (endüstriyel) tıptaki tanı/tedavi yöntemlerinin gelişmesinin payı çok büyüktür. Dünyada sağlık göstergelerindeki dikkat çekici başarılar homeopati gibi aslı astarı olmayan sözde tedavi yöntemleriyle olmadı, ortaya koyduğumuz veriler somut ve nettir. Artrit, astım, kolit, ülser, koroner kalp hastalıkları, epilepsi (sara), anksiyete ve depresyonda kullanılan ilaçların yalnızca bu rahatsızlıkları geçici olarak hafiflettiği, bunun da endüstriyel tıbbın çaresizliğinin göstergesi olduğu iddiasının hiçbir dayanağı yoktur. İlaçların kullanım alanının genişletilmesini, gereksiz tüketimini elbette eleştirmek gerekiyor, bunu açık yüreklilikle yapıyoruz zaten. Ancak hiçbir işe yaramadıklarını, toksik etkileriyle yarardan çok zarar verdiğini iddia etmek bambaşka bir şeydir, bilimsel dayanağı yoktur. Hastaların hekimlere güvenini sarsmasına, tedavilerini bırakmasına yaşamlarını tehlikeye atmasına yol açacak bir etki yaratma riski söz konusudur. Bu konuda ahkâm keserken bin kere düşünmek gerekir. Soner Yalçın sansasyonel, dayanaksız iddialarıyla toplum sağlığını tehlikeye atacak bir tutum sergiliyor ne yazık ki..

Dr. Ali Rıza Üçer
Tıp Kurumu Genel Sekreteri
Yeni yorum ekle