
Yıl 1921 ağustos ayı kurtuluş savaşının en çetin günleri
Bir yanda ağustosun sıcağı, bir yanda açlık, bir yanda da düşmanla mücadele ediyor Mustafa Kemal’in askerleri. Askerin halini görseniz ağlardınız, ağustos ayı, hava kavurucu sıcak. Otlar iyice kavrulmuş, cayır cayır yanıyor. Ayağımız çıplak, yanan otları çıplak ayağımızla söndürüyor, oraya çöküp düşmana ateş ediyoruz. Sivrihisar’a yakın bir yerde mola verdik. Gece gizlice kasabaya indim, zifiri karanlık. Bir evi bir fener aydınlatıyor. Gittim çaldım kapıyı, o zamanlar tehlikeli kapıyı açıp açmamakla tereddüt etti. Korkma; Mustafa Kemal’in askeriyim, ayağımda ayakkabı yok parasını vereyim, ayağıma giyecek bir şeyler ver dedim. Tesadüf orası yemenici dükkânıymış, bana bir çift yemeni verdi. Sökülünce dikmem içinde balmumu iğne iplik de verdi. O kadar rahat etti ki ayağım, bana artık karada ölüm yok. Birliğime adeta uçarak gittim. Bu sözler istiklal savaşı gazisi Yakup SATAR’a ait. Son istiklal gazisiydi. 2008 yılında Eskişehir’de vefat etti.
Hepimiz bu destanlarla büyüdük büyütüldük, cepheye cephane taşıyan analarımız oldu en önemli anılarımız. Yılmaz Odabaşı'nın bir şiirinde dediği gibi o analar, o anılar o yıllar hepimizin kalbinde kutsal birer iz olarak kaldı.
Arhavili İsmail, Nazım'ın şiirinde geçer, çoğumuz adını bilmeyiz bile. İstanbul'dan Anadolu'ya silah kaçırmak için bir takayla çıkar yola. Emanet (bir mitralyöz, bir tüfek)der ona verilen cephaneye ve sımsıkı bağlıdır emanetine, öyle ki güvenmezse limanda emaneti teslim edeceği kişilere, bizzat kendim götüreceğim der bana teslim edileni, emanetin sahibine(Mustafa Kemal Atatürk). Fakat gerçekleşmez Arhavili İsmail'in hayali bir poyraz kırar ellerinde kürekleri. Ve Nazım'ın deyimiyle bir daha kimseye malum olmaz Arhavi'li İsmail'in akıbeti.
Hastane çadırında yaraları dikilen İsmail’e doktor, tedavisinin bu koşullarda yapılamayacağını, yaralarının çok derin olduğunu ve eve gitmesi gerektiğini söyler. İsmail sorar: “Efendim gideyim de, ne zaman geri döneyim?” Doktor, izinli olarak gönderilen her askerden duymaya alışık olduğu bu soruya verdiği yanıtı yineler: “Evlat, yaran kabuk bağlar bağlamaz gel!” Çanakkale direnişçilerinden İsmail’in varlığını küçük kardeşinden öğreniriz: Beş yaşındaki çocuk, Karadeniz’in bir sahil kasabasında her günkü oyuncaklarıyla oynamaktadır. Deniz kıyısındaki bir çocuğun oyuncakları ne olabilir? Elbette midye kabukları, çakıl taşları, kıyıya vuran dalgalar ve uçsuz bucaksız bir kumsal… Çocuk, bir sabah başını kaldırdığında, kendisine doğru gelen sargılar içinde bir asker görür. Hiç görmemiş olsa da, gelenin cephede direnen ağabeyi olduğunu yüreğinde hisseder ve koşarak göğsüne gömer başını. İlk kez kardeş kokusunu alıyordur ama yıllar sonra o gün ciğerlerine çektiğinin kardeş değil, barut kokusu olduğunu öğrenecektir! Evinde dinlenmeye çekilen İsmail’i rahat bırakmaz komşular. Çanakkale’den bir gazinin geldiğini duyan herkes, evinden bulduğu her türlü yiyeceği İsmail’e taşır. İsmail de, her seferinde ziyaretçilerine yaralı olduğunu ve yorgunluğunu belli etmeden üniformasıyla karşılar ve dik duruşuyla onlara Çanakkale’de nasıl direndiklerini anlatır… Ve bir gün, annesine gitme vaktinin geldiğini söyler. Anne, “Oğlum gelen gidenden dolayı doğru dürüst dinlenemedin, kal biraz daha” deyince, İsmail bir yarasını gösterir: “Ama anne bak kabuk bağladı. Söz verdim, gitmeliyim”. İsmail evinden ayrılmadan, subay ceketinden parlak, metal bir düğmeyi kopartır ve kucağına her aldığında onlarla oynayan kardeşine verir: “Al, baktıkça beni hatırla ve sen hep oyna…” Çanakkale’nin ‘meçhul’ olmayan on binlerce direnişçisinden biri olan İsmail’in kardeşi yıllar sonra Sunay Akın’a şunları anlatır: “Ağabeyim gitti ve onu bir daha hiç görmedik! Oynamam için bana verdiği düğme de, polisin evimdeki kütüphanemde yaptığı bir arama sırasında ağabeyim gibi kayboldu gitti...” İsmail’in kardeşi, ölümsüz pek çok eserin altında adını okuduğumuz Rıfat Ilgaz’dır!
İşte bugün hastanelerde enfekte olup evinde dinlenmeye geçtikten sonra yarası kabuk bağlar bağlamaz cephesine yani hastaneye dönen o doktorların, hemşirelerin hepsinin adı İsmail'dir
Ve bugün tüm Dünya'nın direncini kıran bir düşmana karşı savaşıyor hekimler, hemşireler cephenin en önündeler. Yaralanan iyileşince hiç tereddüt etmeden geri koşuyor cephesine. İntörnler, son sınıf öğrencisi hemşireler atılıyorlar söze en başta “göreve hazırız” diye.
Dün sosyal medyada karşılaştığım bir kampanya itti beni bu yazıyı yazmaya. POLMED diye bir dernek tamamı 30 yaş altı gençlerden oluşan kahramanlar, kendi imkanlarıyla siperlik taşımış cephenin en önünde savaşan sağlık emekçilerine. Bu gençler kimdir isimleri nedir ne iş yaparlar diye hiç merak etmedim. Çünkü benim için onların adı Arhavili İsmail'dir, Mesleği Mustafa Kemal'in askerine hiç gözünü kırpmadan ayakkabı veren yemenicidir. En başta söylediğimi tekrar söyleyeyim biz o anılar o analar ve o yıllarla büyüdük. Bizim çocuklarımız bu anılar bu gençler ve bu yıllarla büyüyecek
Yeni yorum ekle