Tarihte grip salgınları

Grip etkeni, öksüren aksıran gripli hastalardan diğer insanlara hava yoluyla bulaştığı için, tehlike doğuran insanların bir arada yaşamalarıdır. İnsanlar daima birarada yaşamıyorlardı.

Yaklaşık 12 000 yıl önce Mezopotamya’da bir avcı, yaban koyunlarını beslemek için etraflarına bir çit çekip, tarım da yapmaya başladığında, üretilenlerden bir çok insan faydalanabilir oldu ve bir arada yaşam başladı.

İnsanlar bu yeni yaşama biçimine geçerken hayatlarına işbirliği, rekabet gibi kavramlar yanında kitlesel infeksiyon gerçeğini de eklemiş oldular. 5000 yıl önce ilk uygarlıklarda oluşan şehirler, bulaşma koşullarını sağlamlaştırdı.

[[{"type":"media","view_mode":"media_large","fid":"3681","attributes":{"class":"media-image wp-image-11579","typeof":"foaf:Image","style":"","alt":""}}]]

Toplu yaşam koşullarında salgın yapan grip, kolay atlatılabilir bir hastalık gibi görünürken, sık olmamakla birlikte bazı olgularda komplikasyon gelişip hekimlerin akut solunum sıkıntısı sendromu-ARDS dedikleri bir tabloya varılabilir ki, bu duruma düşenlerde nefes darlığı, tansiyonun düşmesi, akciğerde kanamalar yanında, ağız ve burundan da kan gelmesi gibi belirtiler görülüp, acil tıbbi müdahalede bulunulmadığında ölüm gerçekleşmektedir.

Grip salgınına ait ilk yazılı kanıt için M.Ö. 412’ye uzanmak gerekiyor. Modern tıbbın babası kabul edilen Hipokrat, kış yaza dönerken Marmara Denizi kenarındaki Perinthos kenti sakinlerinin öksürüğe boğulduklarını, burun akıntısı, boğaz ağrısı, yutkunma güçlüğü, kas ağrıları gibi belirtiler de gösterdiklerini kaydetmiş, hastalığa ‘Perinthosluların öksürüğü’ adını vermişti.

Influenza’nın tarihteki muhtemel bu ilk tarifi, Hipokrat’ınEpidemik Hastalıklar’ adlı kitabında yer almaktadır. Bu tarifte havaların soğumasının ve soğuk esen rüzgarların hastalığa yol açan çevresel faktör olduğu, böylelikle beyinde balgam biriktiğini söylemişti. Günümüzde de grip için ‘soğuk algınlığı’ denmesinin tarihi kökü, görüldüğü gibi Hipokrat’a kadar gitmektedir.

[[{"type":"media","view_mode":"media_large","fid":"3682","attributes":{"class":"media-image wp-image-11580","typeof":"foaf:Image","style":"","alt":""}}]]

M.Ö. 59’da İtalya’da doğmuş Livius’un Roma Tarihi adlı kitabında M.Ö. 212’deki Siraküza savunmasında Roma Ordusu’nda yaşandığını anlattığı kitlesel ölümler, ki her gün ölüler gömülüp, ağlama ve ağıtlar işitildiğini yazmıştı, tarihçilere göre grip salgınından ötürüydü.

Roma Uygarlığında ve Orta Çağ’da da Hipokrat’ın söyledikleri etkisini sürdürdü ve bu hastalığa yol açacağı için soğuk esen rüzgarlardan uzak durulmaya çalışıldı. M.S. 9. yy.’da Frank kralı Carolus Magnus’un ordusunda baş gösteren, kendisinin febris italica dediği hastalık da muhtemelen gripti. Aynı yüzyılda İran’da da bütün ülkeyi saran grip salgını olmuş, sonraki zamanlara ait Arapça bir yazmada bu salgından etraflıca söz edilmişti.

1500 ile 1800 yılları arasında, her yüz yıl başına 3-6 salgın düşecek şekilde grip salgınları yaşandığı, tarihçiler tarafından kanıtlanabilmektedir. 1580 yılında güneyden, muhtemelen İtalya’dan gelip, Almanya, İskandinavya ve İngiltere’ye müthiş bir hızla yayılan, İngiltere’de nüfusun %6’sını kıran korkunç bir hastalıktan bahsedilir. Tıp tarihi araştırmacılarına göre bu veba değil, Avrupa’da bilinen ilk grip pandemisiydi.

[[{"type":"media","view_mode":"media_large","fid":"3683","attributes":{"class":"media-image wp-image-11581","typeof":"foaf:Image","style":"","alt":""}}]]

O zamanlar grip, aslında hastaları daha da güçsüzleştiren bir yöntem olan kan alma metodu ile tedavi ediliyordu. Virüs ne yoksul dinliyordu, ne de kral. İspanyol Kraliçesi Anna von Österreich (1549-1580), eşinden kendisine bulaşan grip ağır seyredince, tedavi için kendisinden üst üste kan alınmasıyla kuşkusuz daha çabuk ölmüştü.

1889-1892 arasında Buhara ve Türkistan’da başlayıp, Sibirya ve Rusya’ya, oradan Kıta Avrupası, İngiltere ve hatta Kanada’ya ulaşan bir büyük grip salgınından daha söz edilmektedir. Bu salgın 1889’da Istanbul’da da görülmüş, önce nezle sanılmış, ama pek çok ölüme neden olunca okullar geçici olarak kapatılmıştı. Halk bu hastalığa paçavra hastalığı diyerek evlerinde istirahate çekilmişti. II. Abdülhamit’in özel hekimi Mavroyeni Paşa (1817-1902), bu hastalık hakkında Istanbul’daki askeri tıp okuluna ait uygulama hastanesi Gülhane’de konferanslar vermiş, konferans metinlerini 1892 yılında ‘Conferences sur l’Imfluenza adıyla Istanbul’da kitap olarak yayınlamıştı. 1903-1904’de Istanbul’da yine büyük bir grip salgını oldu, ama bu kez ölümler görülmedi.

17 milyon insanın öldüğü Birinci Dünya Savaşı sona ererken, insanlık bir başka düşman, İspanyol Gribi tarafından esir alındı. Virüs önce Kansas’da sıkış tıkış yaşanılan Amerikan askeri garnizonundakileri infekte etti. İnsanlar savaş nedeniyle zayıflamış, güçsüzleşmişti. Hijyen kurallarını uygulayabilecek şartlar yoktu, virüse karşı aşı ve ilaç da yoktu. Baş döndürücü bir hızla yayılım başladı.

[[{"type":"media","view_mode":"media_large","fid":"3684","attributes":{"class":"media-image wp-image-11582","typeof":"foaf:Image","style":"","alt":""}}]]

Dünya kamuoyu salgını İspanya’da ortaya çıktığında farkettiğinden, ‘İspanyol Gribi’ diye anıldı. Hastalığın semptomları şiddetli baş ve eklem ağrıları ile çok yüksek ateşti. Yeni virüs, akciğer dokusunu adeta parçalıyordu. Ölenlerin çoğu genç insanlardı. Virüs, mutasyona uğramış kuş gribi virüsüydü: H1N1.

Birkaç genetik farklılıkla bugünkü yeni virüsün benzeri olan bu virüs, iki yıl içinde yaklaşık elli milyondan fazla insanın ölümüne sebep oldu. Oysa ilk ölüm olgularında bu kadar korkunç bir salgınla karşı karşıya olunduğuna ihtimal verilmemişti. İspanyol gribinin önemli sosyal sonuçları oldu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonlanması kadar Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına da etki etti. Hindistan’da bağımsızlığı öne çekti, Güney Afrika’da Apartheid’ı engelledi, vatandaşlar arasında doğacak savaşın kıyısına gelmiş İsviçre’de ihtiyaç duyulan manevrayı sağladı.

Savaştan çıkmış, türlü salgın hastalıklarla boğuşmakta olan Istanbul’da ise ilk vakalar 1918 yılının Temmuz ayında görüldü. Önce yatağa düşürse de öldürmeyen bir seyir izledi ama, iki ay sonra hastalığa tutulanların sayısı arttı. Avrupa’da kol gezip Istanbul’a vardığı için ‘devr-i alem seyahatine çıkmış tuhaf bir hastalık’ deniliyordu. 9 Aralık 1918’de okul, tiyatro, sinema gazino gibi yerler kapatıldı. 10 Haziran 1918 tarihli İkdam gazetesinde halka maddeler halinde korunma tedbirleri anlatıldı.

Kalabalıkta bulunmamak, el yıkamak, aksıran öksürenlerden uzak durmak, mecbur olmadıkça toplu ulaşım vasıtalarına binmemek, hasta ziyareti yapmamak gibi. 1919’da Istanbul Şehremaneti Sıhhiye Müdürlüğü, bir yıl önce Istanbul’da 14 000 insanın İspanyol gribinden öldüğünü duyuracaktı. Salgın, 1920 yılı içi dahil alevlenmeler göstererek sürmüş, Sultan Vahdettin’i bile yatağa düşürmüştü. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri Reisi olarak Anadolu’ya geçen ve bu hastalığı yola çıkmadan atlatmış olan Mustafa Kemal’in Ankara’dan kendisine geçmiş olsun telgrafı çektiği bilinmektedir.

[[{"type":"media","view_mode":"media_large","fid":"3685","attributes":{"class":"media-image wp-image-11583","typeof":"foaf:Image","style":"","alt":""}}]]

Grip salgınları aman vermemeyi sürdürdü. 1957’de „Asya Gribi“ (A/H2N2), 1968’de „Hongkong Gribi“ (A/H3N2), 1977’de „Rus Gribi“ (A/H1N1) korku ve panik doğurarak tarih sahnesine çıktı. Eğitim düzeyi düşük olup, hastalık hakkında bilgi edinme ve karantina yöntemlerini kavramada güçlük çeken nüfusa sahip, sosyal devlet yapısında olmayan ülkeler, hep en büyük zararı gördüler.

Bu ülkelerde virüs daima sadece insanları değil, halk ekonomilerini de hasta etti. Salgın sonrası iş imkanının artacağı, iş gücü azaldığı için de maaşların artacağı zannedildi ama, beklenenin aksine öyle olmadı. Ölen erkeklerin yerine kadınlar ve çocuklar işe girdi, iş gücü nitelik kaybedip ucuzladı.

Ücretlerin düşmesiyle daha az harcanabildiğinden üretim de düştü, büyüme yavaşladı. Görüldü ki gripten ölen her bir kişi, dört kişinin yoksullaşmasına yol açmıştı. Geçmişe ait manzaradan öğrenilecek çok şey olduğunu farkeden uzmanlar pandemilerin yol açacağı ekonomik sonuçların makroekonomi modeli ile açıklanamayacağı, bu nedenle tarihi gerçeklerden öğrenerek yeni modeller geliştirilmesi gerektiğini söylemektedir.

Prof. Dr. Arın Namal

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı

Yeni yorum ekle

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.