
Kaan Arslanoğlu, Medikritik için yazdı...
Demokrasi denen kuşun bir masal kuşu olduğunu bildiğimiz bu alemde ve bu ülkede, Türk Tabipleri Birliği’ne demokrasi gelecek mi? Elbette hayır. Ancak bu kuşa az çok benzer bir kuş için gayret gösteriyoruz. TTB 1980’den beri anti-demokratik güçlerin elinde. Yaklaşık 30 yıldır da Etkin (Etnik) “Demokratik” TTB grubu denen faşizan yapının elinde. İktidar yaptığı son hamleyle TTB’yi bunların elinden alırsa TTB’ye demokrasi gelir mi? Biçimsel anlamda belki ama öz olarak yine hayır. Neden?
TTB’deki bu anti-demokratik kemikleşmeyi anlamak için olgunun tarihine gidelim biraz. Şu andaki “Etkin Demokratik TTB” denen yapının en güçlü, en belirleyici ayağı İstanbul’daki “Demokratik Katılım Grubu” idi. Bunu “Demokrat Hekimler” adıyla 80’li yılların sonunda biz kurmuştuk. İlk fikir ve çalışma dört-beş kişiyle başladı. Sonra grup 15-20 kişiye çıktı. İlk seçime yaklaşık 100 kişiyle girmiştik.
Başlangıç amacımız 12 Eylül’ün kılıç artıkları olarak “büyük siyaset”ten uzak ama dinamik, etkin bir Tabip Odası yaratmaktı. İlk çekirdeği oluşturan dört-beş kişi olarak “siyasetten uzak kalma” fikrinde samimiydik. Siyasetten korktuğumuzdan değil. Bu tür kitle örgütlerinde; Tabip Odalarında ancak alanla ilgili, ancak tıp ve sağlıkla ilgili siyaset yapılabileceğini düşünüyorduk. Bunun doğru olduğunu düşünüyorduk. Tabip Odaları sağlık ve tıpla ilgili politikalar geliştirebilir, bunları çok geniş kesimle tartışabilir. Hekimlerin her türlü hakkını savunur. Bu arada vatandaşın da sağlıkla ilgili hakkını savunur. İyi hekimlik için, toplumcu hekimlik için mücadele verir. En çok bunları yapar ve en çok bunları yapmalıdır.
Örgütlerin, partilerin faydacılığından bıkmıştık ve odalara bu dar görüşlü, çıkarcı siyasi faydacılığın girmesini istemiyorduk. Bu yanlış olduğu kadar hiç fayda sağlamayan, geri tepen çiğ bir anlayıştır; pis bir anlayıştır. Biz bunu böyle görüyor ve oda içindeki tartışmalarda hep bunları ifade ediyorduk. Ama bizim bu naif yaklaşımımız çok değil üç yıl içinde ötelenmeye, iteklenmeye başladı. Grup içinde küçük bir azınlık görüşü haline getirildi. Sonraki yıllarda bunun kavgasını verdik. Sert tartışmalar çıktı ve sonunda biz yine sekiz-on kişiyle bu yapıdan ayrıldık. Ya da daha önce fiilen sepetlemişlerdi bizi.
Bakın; Tabip Odası yönetimine kaç oyla gelirseniz gelin, o odanın üyesi on binlerce hekim var. Siyaseten birbirinden çok farklı düşünen binlerce hekim var. İsterse “büyük siyaset”te farklı düşünen yalnızca bir üyeniz olsun, siz onun görüşüne aykırı olarak hiçbir konuda “büyük siyaset” yapamazsınız. Oda olarak, TTB olarak yapamazsınız. Şahsen gidin, istediğiniz yerde ve istediğiniz kadar siyaset yapın. Tabip Odası’nı bu işlere bulaştıramazsınız. Çünkü siz bunun için seçilmediniz. Kanunen de böyle bir hakkınız yok, demokrasi hukukuna göre de yok. Orası bir siyaset kurumu değil. Orayı parti gibi, partilerin yan kuruluşu gibi kullanamazsınız. Zaten şu da var; kanunlar işletilse, bu Tabip Odaları kırk kere kapatılırdı ya da kayyuma devredilirdi. İktidarla sözde muhalefet arasında bu konuda on yıllardır adı konulmamış bir ortaklık söz konusu. Bir tür ortak kumpas… İki tarafın da işine geldiği için kanunlar işletilmiyor. İktidar bu tür kurumlarda bugüne dek o sözde muhalefetin yuvalanmasına izin verdi. Bir tür pasta paylaşımı, bir tür avutma diyelim… Öte yandan iktidar bu kurumların çirkin faaliyetlerini, açıklamalarını namuslu insanlar ve halka karşı “İşte muhalefet böyle, işte CHP böyle, işte HDP bu!” diyebilmek için kullandı.
Evet; bu tür kurumlarda, Tabip Odalarında sağlığı ilgilendirmeyen alanlarda üst siyaset gösterileri yapılması, buna karşı çıkan tek bir üye bile çıksa anti-demokratiktir, faşizan tutumdur. Biz bunu bu arkadaşlara hiç anlatamadık. Bunu dediğimizde bize bile posta koymaya kalkıyorlardı ve “Yönetimde biz varız, bizim dediğimiz kanundur.” Diyorlardı. Bize bile bunu deme cesaretini gösteren kafalar, sıradan üyeyi nasıl görüyor siz düşünün… O yüzden diyorum; bu odaları açık açık bir siyaset kurumu olarak gördüğünüz ve bu faşizan anlayış her kesimde sürdüğü müddetçe, yönetimde ister HDP ağırlıklı çakma solcular bulunsun ister AKP kontrolüne geçsin, hekim çoğunluğunun istemediği yönde siyaset yapacaklardır ve TTB’ye demokrasi gelmeyecektir. TTB asıl işleviyle ilgili hiçbir şey yapamayacaktır. Biçimsel olarak TTB’deki seçim sistemine gelince, bu yapıda demokrasinin kırıntısı bile yok demek mümkündür.
Olayı şöyle özetleyelim: İllerde iki yılda bir Tabip Odası seçimi yapılır. Seçime gruplar, grup listeleri ile girerler. Gruplar arası görüş farklılığı çok keskin olduğu için, aslında seçim sandığında adaylara tek tek oy verdiğiniz halde herhangi bir adayın grup listesini delerek öteki liste kazandığı halde yönetim kuruluna ya da delegeler arasına girebilmesi çok zordur. Bu çok seyrek gerçekleşir. Sonuçta öteki gruptan ancak bir oy fazla alsanız bile yönetim kurulu ve delege kontenjanlarının tamamını ele geçirirsiniz. Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerine koşut tutarsak şu şekilde ifade edebiliriz: Partiler seçimlere giriyor ancak AKP en yakın rakibinden bir oy fazla aldığında tüm meclis üyelerini bünyesinden oluşturuyor. Bunun savunulabilecek mantıklı bir yanı var mı? TTB seçim kanunu, tüm hekimlerin iyi niyetli olduğu ve Tabip Odalarının yalnızca hekim işleriyle ilgilendiği dönemlerde yapılmış bir kanun.
TTB Merkez Konseyi seçimi nasıl yapılıyor? İşte yönetimi tek bir listedeki hekimlerden oluşmuş o illerden seçilen delegeler, bir araya gelip Merkez Konseyi üyelerini seçiyor. Tabii mevcut “Etnik” Demokratik TTB grubu en çok delegeye sahip İstanbul ve Ankara Tabip Odalarının yönetimini blok halinde aldığı için, seçim bir formaliteye dönüşüyor. Her dönem kazanıyor ve aynı HDP-PKK’cı çizgiyi iki günde bir yaptığı basın açıklamaları ile (başka bir işlevi yok zaten) sürdürüp duruyor. Covid-19 salgını, Hendek Savaşı, Afrin Harekatı gibi kritik dönemlerde bol bol kara propaganda yapıyor.
Seçimlere farklı bir açıdan bakalım. Seçimlere tek liste ile grup olarak girmek ayrı bir anti-demokratik, faşizan tutum. Bu liste DİSK, KESK, TMMOB’daki yapıyla aynı tutumdaki liste. HDP ile ittifak halindeki beş-altı sözde sol, “keskin” sol yapının insanları ve onların sempatizanları ile HDP’lilerin bizzat kendileri... Önceleri yani eski CHP zamanında bu yapılara yakın bazı kalantor CHP’liler de işin içine katılırdı. Yeni CHP şimdi zaten en üstten, ortadan, en alttan tam destek veriyor.
40.000’e yakın hekimin yaşadığı, 30.000’den fazlasının üye olduğu İstanbul’da Etnik Demokratik TTB grubuna bağlı aktivist sayısı 300’ü bulmaz. Bazen liste için ön seçim yapılır, bazen yapılmaz. Ön seçim hastanelerde yapılır, buna rağmen katılım komik derecede azdır. Zaten genel oda seçimine de en çekişmeli zamanlarda bile en çok 7000-8000 kişi katılır. Seçime katılım düşüklüğü de odaların işlevsizliğinin ve anti-demokratik algısının en önemli göstergesidir. Sonuçta İstanbul için konuşursak; ön seçim yapılsa da yapılmasa da liste, o kemikleşmiş 100-150 kişi arasındaki güç ve pazarlık dengesine göre belirlenir. On binlerce üyenin bundan haberi bile olmaz. Onların yüzde 95’i “Aman, AKP kazanmasın!” diyerek tıpış tıpış gelir, oylarını verirler ve hep aynı grubu seçerler.
Seçimin biçimiyle ilgili çarpıklık elbette düzeltilmeli. Bu düzeltilirse bir şeyler olumlu yönde değişebilir, nispi temsil sistemiyle daha fazla grup ve aday ortaya çıkabilir. Yönetimlerde bu şekilde çoğulculuk ilk kez hayata geçebilir. Özdeki anti-demokratik kemikleşmiş bilinçler düzelir mi? Düzelmez… Ama işe bir yerden başlamak da lazım.
KAAN ARSLANOĞLU