Umut dili, bilişsel şemalarımız ve davranışlarımız

UMUT DİLİ, BİLİŞSEL ŞEMALARIMIZ VE DAVRANIŞLARIMIZ…

              Umut,  bir kimsenin yaşantılarına ait olumlu sonuçlar çıkabileceğiyle ilgili taşıdığı duygusal inançtır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise; "Ummaktan doğan güven duygusu, ümit" veya "Bu duyguyu veren kimse veya şey" olarak tanımlanmıştır. Buna göre umut genellikle iyi bir şey olacağına duyulan güven ya da iyi bir şey olacağıyla ilgili düşünceye dair gelişmiş inanç duygusu olarak tanımlanabilir. Umut, içinde sabır barındırır. Üstelik bu inanca karşı varolan olumsuz kanıtlara rağmen, bekleyiş sabırla sürer.

              Bazı dinlerde umut bir erdemdir ve umutsuzluk Tanrı'ya (veya tanrılara) karşı bir isyan olarak kabul edilir. Bu dinlerde inanç ile umut bir aradadır ve cennet için her zaman umut edilmesi gerekir. Kul hiçbir zaman Tanrı'dan umudunu kesemez, bu umutsuzluk günah kabul edilir.

              Mitolojilerde umut kavramı farklı hikâyelerle ele alınır. En bilindik umut hikâyesi Antik Yunan Mitolojisi’nden Pandora’ya ait olandır.  Bu öyküde Prometheus, Tanrı Zeus' tan gizlice ateşi çalar ve insanlığa verir. Bu duruma çok öfkelenen Zeus, Prometheus'u o zamanlar kimsenin yaşamadığı Kafkas Dağları’nda zincire vurdurur. Zeus bir tanrıya yakışmayacak şekilde intikamcı ve hırslıdır. Sadece zincirlemekle oluşacak bir ceza ona yetmez ve her gün ciğerini yemesi için Prometheus’un yanına bir de kartal bırakır. Kartal ciğerini yedikçe, ciğer ertesi gün yeniden oluşur ve kartal bu ciğeri tekrar yer. Derin bir acı döngüsü içinde yaşamaya devam eden Prometheus, Herkül tarafından kurtarılır. Zeus bu duruma bir şey demez, ancak Prometheus’un bağlı olduğu zincirlerin ayağında kalmasını sağlar. Böylece Prometheus, bu zincirler ayağında bağlı şekilde sonsuza kadar cezalandırılmış olur.

              Zeus gibi bir Tanrı için yapılan bu itaatsizliğin bedelini sadece Prometheus’un ödemesi yeterli değildir tabii ki, insanlardan da intikam almak isteğiyle Hephaistios’a emir vererek yaptırdığı balçıktan kadın figürüyle Pandora'yı yaratır. Zeus, Tanrıçalar gibi güzel olan Pandora’yı, Prometheus’un ikizi olan Epimetheus‘a bir kutuyla gönderir. Kapıyı çalan Pandora’nın güzelliğinden büyülenmiş olan Epimetheus, onu evine alır ve ertesi gün onunla evlenir. Zeus’un intikam planı saat gibi işlemektedir ve Zeus insanlığın içine soktuğu Pandora’ya elindeki kutuyu açmasını söyler. Kutu açılır açılmaz, insanların arasına mutsuzluğu salan Zeus, ateşin karşılığı olarak insanlığı mutsuzluk ve kötülüklerle cezalandırır. Kutuda kalan umut ise, geçen zaman içinde Pandora tarafından kutudan dışarı çıkarılmış ve insanın yaşaması için elinde kalan tek güç olmuştur.

              Çeşitli mitolojilerde umut belirli bir Tanrı veya Tanrıça ile özdeşleştirilmiş ve birçok hikâyenin içinde yerini almıştır. Örneğin, Yunan Mitolojisi’nde umut kavramı Elpis olarak vücut bulmuştur. Elpis, umudun yansımasıdır.

              Roma mitolojisinde ise umut son Tanrıça olan Spes'tir.

              İnsan “umut” kavramını bilişsel olarak bilir ve taşır. Türkçeye biliş olarak çevrilen kognisyon, bilgi edinme sürecine ve eylemine işaret eder. Kognisyon kavramı bütün zihinsel süreçlerimizi; bilgi, hafıza, dil, akıl yürütme, zekâ, problem çözme, karar verme, algı, dikkat süreçlerini içerir. Heyecanlarımız da kognitif fonksiyonlarımızın bir parçasıdır.

              Bilginin kaynağını bireyin biyolojik gelişimi olarak gören Piaget’e göre, küçükler büyüklerin minik bir kopyası değildir ve çocukluğundan itibaren geçirdiği gelişim süreci içinde insan, bebekliğin dünyayı somut algılayan halinden, soyut düşünce ve algılarının canlandığı bir hale evrilir. Benmerkezci tutumunun yerini dışsal farkındalık alır.  

              İnsanın davranışlarının ne şekilde olacağını, zihninde yer alan bilişsel şemalar belirler. Çocuğun başlarda davranış repertuarı basit ‘şema’lardan oluşur. Şema basit olmakla birlikte, amaca yönelik, bir anlamda planlı hareketlerden oluşan davranış kalıplarıdır. Örneğin, çocuğun bir nesneyi uzanıp yakalama davranışı bir şemadır. Basit olmasına rağmen, şema gerçeklik hakkında oldukça zengin bilgi verir. Örneğin, çocuk küçük nesneleri uzanıp yakalayabileceğini, fakat büyük nesneler için bunu yapamayacağını öğrenir. Aynı şekilde yakındaki nesneleri tutabileceğini, uzaktakilere dokunamayacağını fark eder. Bu şemayı defalarca uyguladıktan sonra nesnelerin büyüklüğü, dokusu, ısısı, sertliği gibi nitelikleri ve mesafe hakkında temel bilgiler edinir.

Piaget'e göre gelişim, insanın dış dünyayı kavraması ve uyum göstermesi sürecidir. Gerçeklik ve dış dünya ile sürekli etkileşimi sonucu insan, o andaki bilgi birikimine uymayan yeni durumlarla karşı karşıya kalır. Uyumsuzluğu çözmek için çaba gösterir, yeni bilgiyi eski bilgi ile bütünleştirir ve bu süreçte dış dünyayı daha iyi kavrar.

              İnsan yeni bilgi ile karşılaştığı zaman birbirinden farklı iki türlü tepki verir.

              Birincisi, yeni bilgiyi var olan şemaya uydurmaya çalışır. Bu süreç özümseme adını alır ve yeni ile eski bilgi arasındaki benzerlikleri bularak yeni bilgiyi var olan bilgiye uydurma esasına dayanır. 

              Özümseme sürecinde insan yeni bilginin eski bilgiye uymayan taraflarını göz ardı eder. Ancak, yeni durumun eskiye uymayan tarafları göz ardı edilemediği zaman, insan yeni bilgiye anlam verebilmek için var olan şemayı değiştirir. Buna uyum adı verilir. Uyum, eski bilgiyle çatışan yeni bilgiyi hazmetmek ve anlamlandırabilmek için var olan şemayı ya da bakış açısını değiştirmek anlamına gelir.

              Özümseme ve uyum insanın gerçekliği anlayabilmesi, kavrayabilmesi için birbirlerini tamamlayan iki süreçtir. Böylece varolan şema gelişip değişir, çeşitlenir ve yeni bir denge sağlanır, yeni uyaranlar anlam kazanır. Fakat bu denge durağan değildir, insanın her yeni bilgi ya da durumla karşılaştığında dengesi bozulur, özümseme ve uyum süreçleri devreye girer.

              İnsanların Koronavirüs ile karşılaşana kadar kafasında oluşan en köklü şemalardan biri, doğanın mutlak hâkiminin insan olduğuydu. Bu öylesine köklü bir düşünceydi ki, insanlar bir gün doğayı kendi davranışlarının yok edeceği ve kıyametin bu nedenle geleceğinden neredeyse emindi. Ancak Koronavirüs, insana doğa üzerinde mutlak hâkim olmadığını hissettirdi ve dünya yok olmadan insanlığın yok olabileceği düşüncesinin oluşmasına neden oldu. Bu öylesine kabul edilemez bir düşünceydi ki, insanların bir kısmı yaşanan durumu inkâr ederek kendi yeni bilişsel şemalarını oluşturmaya başladı:

Doğa insandan üstün olamaz, böyle bir sorun varsa buna da kesinlikle insan sebep olmuştur” şemasını oluşturan insan için kaygı daha katlanılabilir hale geldi. Neden mi? Çünkü bu virüsü insan yarattıysa, bir şekilde tüm insanlığın yok olmasına izin vermeyecek ve sonunda insanlık kurtulacaktır. İşte bu komplo şemasına inanan insan için, içten içe kurtulacak olanlardan birisi de kendisidir ve sevdikleri de mutlaka kendisiyle birlikte kurtulacaktır.

Sürekli felaket senaryolarının konuşulduğu, ölüm ve hastalık haberlerinin sürekli el üstünde tutulduğu bugünlerde, felaket senaryolarını konuşmak belirli bir süre sonra insanların yeni bilişsel şemalar oluşturmasına, bilişsel çarpıtmalar yapmasına neden olacaktır. Bu yeni bilişte umutsuzluk daha fazla yer alacak ve umut yavaş yavaş kaybolacaktır. Bu durumda da insanların talimatlara uymasında sıkıntılar baş gösterecek, herkeste bir “ne olursa olsun” bilişsel şeması gelişecek ve bu durumla ilgili bilişsel çarpıtmalar yaparak talimatlara uymamasıyla ilgili kendisini haklı gösterecek yollara başvuracaktır.

Bunları önlemenin yolu, insanlara daha kabul edilebilir mesajlar vermek ve onları umutsuzluğa düşürecek söylemlerden kaçınmak gerekir. Mesela; her akşam Sağlık Bakanının yaptığı açıklamalar genel olarak kim hastalanmış, kaç kişi ölmüş üzerine… Kendisine sorulan sorular da hep felaket senaryoları ya da düze çıkabilir miyiz, çıkarsak ne zaman çıkarız şeklinde…

Bunların yerine Sayın Bakanın konuşmasını pozitif unsurlarla süslemesi, tanı konulmayanların çokluğuna, iyileşenlerin oranlarındaki yüksekliğe vurgu yapması ve hep bir umut dili kullanması gereklidir.

Bu umut dili tabii ki boş bir iyimserliği değil, ayakları yere basan bir söylemi kapsamalı ve uyarılar sürekli olarak, “siz evde kaldığınız için bu kadar iyiyiz. Siz evde kalmaya devam ederseniz her şeyle baş edebiliriz. Siz bugün evde kalarak gelecekte çocuklarınızın kahramanı olacaksınız” gibi cümlelerle verilmelidir. İnsanlar pasif konumlarından çıkarılmalı ve mücadelenin aktif unsuru haline getirilmeli, ileride oluşacak güzel sonuca ortak olması sağlanmalıdır.

Aynı dili iktidarın muhalefet için de yürütmesi ileri de doğacak pozitif sonuçların tüm ülkenin katkısıyla olacağı vurgulanmalıdır.

Bu mücadele ne salt sağlık çalışanlarının ne de iktidarın işidir. Bu nedenle başarı da herkesin ortak sorumluluğudur. Bu ortak ve yapıcı umut diliyle insanlar son ana kadar ellerinden geleni yaparlar. Sonuçta kimse “kahraman olmak” şansını geri tepmek istemez.

Kitle psikolojisinin insan üzerindeki etkilerini de ilerleyen zamanlarda tartışmak gerektiğini de düşünmekteyim. 

Tabii ki tüm sorumlu makam ve kişilerin de dilini bu gerçekliklere uygun oluşturması gereklidir. Umutsuzluğa sürükleyen, sürekli olumsuzun konuşulduğu bir sürecin insanlarda oluşacak “yeni bilişsel şemalar”ın negatif olmasına neden olabileceği unutulmamalıdır.

Bu nedenle Sağlık Bakanlığının kararlarını alırken, açıklamalarını yaparken kitle psikolojisi ve umut dilini bilen psikiyatristlerle de çalışmasının mutlak gerekli olduğunun da altını çizmek isterim.

Saygılarımla…

Yeni yorum ekle

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.