Medikritik.com ailesi olarak öncelikle sizi tanıyarak söyleşimize başlamak isteriz. Kendinizden bahseder misiniz?
Ege Tıp Fakültesi 1985 mezunuyum. Ortopedi ve Travmatoloji uzmanıyım. Kamudan emekli olmakla birlikte mesleğimi özel bir tıp merkezinde sürdürüyorum. Yaklaşık 15 yıldır düzenli yazmaktayım. Kendi bloğum başta olmak üzere çeşitli gazete, dergi ve internet sitelerinde yazılarım yayımlandı ve yayımlanmakta. Ayrıca tarihe de ilgim var. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Tarih Bölümü’nü de bitirdim.
Covid-19 Pandemisi sürerken sahada aktif görev aldınız mı? Sürece dair izlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
Salgın süresince etkin olarak görev almadım. Emekli oluşumun yanı sıra çalışmakta olduğum kurumun salgınla ilgili kapsamda olmaması bu bağlamda ön cepheden uzak kalmama neden oldu.
Covid-19 Pandemisi sürecinde izleyici olmanın ötesinde, sürece eserinizle katkı sağladınız. Daha önceden de yazılarınızı takip ediyor, kaleminizin kuvvetli olduğunu biliyoruz. Yeni dönemde sizi bu eseri oluşturmaya yönelten sebepler nelerdi?
Yazma alışkanlığım olunca Covid-19 salgını bana eşsiz fırsat sunmuş oldu. Salgın zamana yayıldıkça farklı yönleriyle de kendisini gösterdi. Şu anda bile yeni yayımlanmış kitabımın kapsamı kadar yazı var elimde. Her ne kadar hekim olsam da Covid-19’u tıbbi boyutuyla yazmadım. Daha çok ekonomi, politik, toplumsal ve tarihsel yönüne odaklandım.
Covid-19 Pandemisi hala bitmiş değil. Uzun vadede sizce insanlarda ne gibi algı değişiklikleri görülecek? Bu süreç gerçekten içimizdeki yabancıya dair bir keşif süreci mi olacak yoksa insanların birbirleri ve doğa ile aralarındaki mesafeler kalıcı hale mi gelecek?
Aşı ve ilâç bulunmasıyla ilgili olarak, hemen her gün hiç ummadığınız yayın organlarının toplumu yanıltıcı yayınlar yapmakta oluşu üzücü. Şu anda bunca bilgiye karşın, virüsle ilgili olarak bildiklerimiz bilmediklerimizden çok değil. Aşı ve ilâç uzakta olduğuna göre, denetimli sürü bağışıklığı tek çıkar yol. Ancak kurumların ve kuralların saygı görmediği bizim gibi toplumlarda bu süreci yönetmek hiç de kolay değil. Karantina bile gereğince değil, bizim belirlediğimiz çerçevede uygulanabildi. Elbette en doğrusu virüsü sınırlarımızdan içeri sokmamaktı. Onu da başaramadık. Diğer yandan, dünyanın da bu bakımdan başarılı olmadığını gözlemledik. Bu süreci başarıyla atlattığı söylenebilecek çok ülke yok. Başarılı ülkeler Çin, Küba, Güney Kore, Yeni Zelanda, Tayvan.
Kitabınızla vermek istediğiniz mesajı, henüz kitabı okumamış okur adayları için biraz açabilir misiniz? Nedir bu virüsün bizlere iletisi?
Covid-19 yaşamın önemini ortaya koydu. Ama bu önemi yalnız insan açısından ele alırsak yanılmış oluruz. Öncelikle canlı olup olmadığı tartışmalı bir protein sarmalı, sınır tanımaz insana haddini bildirdi. Şu andaki çaresizliğimiz bu savımın önde gelen kanıtıdır. Doğayı ve çevreyi hiçe sayan insanmerkezciliği bırakmazsak, bu salgın bir şekilde bittikten sonra yenisi için gün saymaya başlarız. İnsanlığın doğaya ve çevreye saygının yanı sıra; eşitliği, adaleti, paylaşmayı öğrenmesi gerekiyor. Hem de ivedilikle!
Bilim ve doğa sever olduğunuzu biliyoruz. Bu bakış açısıyla Covid-19 gibi salgınlarda ve diğer küresel sağlık meselelerinde insanların değer yargılarında nasıl değişimler olduğundan bahseder misiniz? İnsan doğanın parçası olmayı mı seçti yoksa doğa ile karşı karşıya mı geldi?
Sorulsa da yanıtlasam diye düşündüğüm bir soru. İnsanmerkezcilik ve insanı yaşamın merkezine koyan anlayış, doğal olarak doğayla karşıtlığı doğuruyor. Oysa bütünleşmek için, insanın bugünkü üstünlüğüne dair yanılsamanın aşılması gerekir. Bugün için insan doğanın ve yaşamın en üstünü olabilir. Ama bu yanılsama sürdükçe insan yaşamı ve doğayı bitirme, dolayısıyla da kendi varlığını sonlandırma noktasına ilerleyecektir. Bu da ne insan ne de doğa için başarı sayılamaz.
Doğa ile bütünleşmek, parçası olduğumuz evreni hatırlamak ve uyum sağlamak için hala bir şansımız var mı sizce? Bu konuda nasıl bir yo haritamız olmalı?
Hiçbir şey için geç değil. İnsanlık küresel ölçekte yeni bir yaşam kurgulamak zorunda. Uçaklara, gemilere ve başka ulaştırma araçlarına doluşarak dünyada ayak basmadık yer bırakmamacasına gezip dolaşmak bile başlı başına bir sorundur. Bu eğilim, salgını bu denli ölümcül duruma taşımıştır. Bu kutlu amaca erişmenin tek yolu, her bireyin antiemperyalist bir duruş kazanmasından geçmektedir.
Bilimsel yöntemlerin kullanım hedefleri, doğrultuları ve bu doğrultudaki etik kurallar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Doğayı korumak ile insanlığı korumak karşı karşıya gelirse, insanlığın seçimi ne olmalıdır veya olacaktır?
Bu salgına dek insanlığın bilim ve teknoloji alanında kazandığı eşsiz başarılarla koltuklarımız kabarmaktaydı. Bugün ise bilimsel fetret dönemi yaşıyoruz, en azından salgın bağlamında. Salgına ilişkin görüşler altı aydır neredeyse her gün keskin değişiklik gösteriyor. Bugün doğru bilineni yarın yanlışlayıp yeni doğruyu dile getirmek elbette bilimin gereğidir. Ama bugün doğru diye ortaya koyduğumuz pek çok şey, bilimsel süreçlerden ve süzgeçlerden geçirilmeksizin paylaşılmaktadır. Bu durum; ivediliğin, çaresizliğin ve zorunluluğun sonucudur. Bu bakımdan da Covid-19’dan ders almamız gerekir.
“İçimizdeki Yabancı: Virüs” adlı kitabınız şimdiden sağlık camiasında ilgi çekti. Sağlık ile ilgili olaylara insanın toplumsal ve bireysel yanlarıyla değinmek sizce okuyucuya nasıl bir perspektif kazandıracak?
Okuyanlar doğaya ve yaşama insan penceresinden değil de tüm canlıların penceresinden bakabilirlerse amacıma ulaşmış olurum. Başkalarının da yaşam hakkı olduğunu kavramamızın zamanı geldi, geçiyor. Örneğin bu süreçte sıkça kullanılan “virüsle savaş” deyimi, hiç hoşuma gitmeyen bir kavram oldu. İnsan doğayla savaşmaz, onunla bütünleşir. Kuşkusuz sağlığını ve yaşamını koruma hakkı insan için de geçerlidir ama bunu yaparken saygıdan ve doğaya sevgiden yoksun olunamaz.
Bundan önce Gazeteci Deniz Som anısına bir eser derlemeniz oldu ancak bu kitapta kendi fikirlerinize yer verdiniz. Yaşanan önemli olaylar insanın üretim sürecine sizce nasıl yansıyor? Sizi genel olarak yazmaya iten şey nedir?
İnsanların önüne doğru diye konan pek çok bilgiye daha doğrusu bilgi görünümlü boş söze itirazım var. Bu nedenle yazıyorum. Erişebildiğim insanlara, ‘Farklı bakış da olanaklı.’ demeye çalışıyorum.
Tecrübelerin arttığı, bazı şeylerin daha yoğun yaşandığı bu günlerde yazmaya değer meseleler de birikiyor. Bu süreçte ve genel olarak yazar adaylarına önerileriniz nelerdir?
Yazmak için öncelikle çok okumak gerekiyor. Sağdan soldan yarım yamalak bilgilerle yazmak insanı yanılgıya sürükleyebiliyor. Bu durumu kendim de zaman zaman yaşadığım için iyi biliyorum. Çok okumanın yanı sıra doğru yerlerden, doğru kaynaklardan okumak da önemli. Egemen anlayışın sunduğu ve tüketilmesini beklediği bilgilerle yetinmemek gerek.
Bildiğiniz gibi bir süredir yayın hayatında olan Medikritik.com, sağlıkla ilgili her türlü doğru haberi hızla ve güvenilir şekilde okuyucusuna aktarmakta. Sizin Medikritik.com ailesine ve okurlarına mesajınız nedir?
Medikritik.com alandaki önemli bir boşluğu dolduruyor. Dünya ve Türkiye akıl almaz ve kabul edilemez bir kutuplaşma süreci yaşıyor. Ya yandaş ya da karşıt olmak, olmazsa olmaz gibi dayatılıyor. Nesnel ve çok yönlü yaklaşım aklın ve bilimin buyruğu olduğuna göre, bu yolu mutlaka denemeliyiz. Medikritik.com’a yol açıklığı dilerim.
Dr. İremcan Şahin
Medikritik.com Editörü