Koronavirüs ve Panik

Son birkaç aydır dünyanın gündemini meşgul eden şey bir virüs… Elektron mikroskoplarla görebileceğimiz, insanı hastalandırmasa varlığından haberdar olmayacağımız bir virüs… COVİD-19…

Coronavirüs hayvanları konakçı olarak kullanırken mutasyona uğrayarak insanlara bulaşan ve hastalandıran bir forma dönüşmüş durumda. O nedenle de doğru olarak adı değiştirilmiş ve COVID-19 olarak adlandırılmıştır. 

Artık bir pandemi halini alan bu virüsün yarattığı kaygı da bir salgına dönüşmüş durumdadır. 

O nedenle bu yazıda, bu ve benzeri salgınların insanın ruh sağlığı üzerinde yarattığı değişiklikleri ele alalım şimdi…

Hem gözle görülmeyen, hem salgın yaratabilen ve hem de belli oranlarda ölümlere neden olan bir düşmanın –bilinmezin- insanlarda kaygı yaratması kadar doğal bir durum yoktur. Aslına bakarsanız kaygının kendisi doğal ve yaşamın sürdürülmesi için gereklidir. Toplum ya da birey olarak hiç kaygı duymuyor olsak, bu virüse karşı hiçbir önlem alma ihtiyacı hissetmezdik ve virüs bizleri topluca öldürmeye devam ederdi. 

Sağlıklı düzeyde kalmış bir kaygı, hem gelişme hem de yaşamın devamı için mutlak gereklidir. Ne zaman ki bu kaygının düzeyi bizi hayattan koparır, sosyal, mesleki ve ailevi işlevimizi bozmaya başlar işte o zaman bu kaygı sağlıklı olmaktan çıkar ve bir sorun halini alır. 

COVİD-19’un pandemi haline gelmesi, yarattığı toplu ölümler ve bulaşıcılığındaki yüksek oran elbette hepimizi derinden kaygılandırmaktadır. Bu kaygının bizi kontrol etmesine izin verir ve kaygıya teslim olursak eğer ortaya toplumsal bazı durumlar çıkmaya başlar. Çünkü kaygılı insan aynı zamanda kaygısını başkasına da bulaştırarak virüsün yarattığı fiziksel ve hayati sorunlara ek olarak sosyal ve ekonomik sorunların oluşmasına da neden olur. 

Bu sorunlar; herkesin hayattan çekilmesi, birbirine yabancılaşması, her canlıyı ve herkesi düşman gibi görmeye başlaması, sinirlilik, tahammülsüzlük, alınganlık, suçluluk duyguları gibi yoğun ve yıkıcı duygulara neden olmaya başlar. Bu da toplum içinde ayrışmalara, bazı düşmanlıklara, suç eğiliminde artmalara, suç eğilimi olanların içindeki suç unsurlarının dışarı çıkması sonuçlarını doğurabilir. Sistem, toplumsal kontrolünü en çok böylesi yoğun kaygı ve korku yaratan olayların olduğu dönemlerde kaybeder. 

Bu kaygı ve korkuyu ekonomik, sosyal ve bireysel kazanca dönüştüren insanlar türemeye başlar. Böyleleri 1 liralık kolonyayı 5 liraya satmaya, bilimsel olmayan bir sürü ürünü koruyucu ilan ederek para kazanmaya, medya üzerinden bu kaygıyı kullanarak meşhur olmaya ya da konumlarını daha da sağlamlaştırmaya çalışırlar. 

Medya bu kaygıdan beslenir. Şirketler beslenir. Ortalık savaş dönemi hallerine dönebilir. Bizim ülkemizde durumu lehine ranta çevirmek isteyen alçak kişi ve kurumlar olsa da genel anlamda durum kontrol altındadır. 

Bu durumun oluşmasında en başından beri sağlık bakanlığı bünyesinde kurulan bilim kurulunun, sağlık bakanının her aşamadaki samimi ve bilgilendirici tavrının, sorumlu enfeksiyon hastalıkları ve mikrobiyoloji uzmanlarının medya ve sosyal medya üzerinden kamuoyunu bilgilendirmeyi bir görev olarak kabul ederek gösterdiği çabanın katkısı büyüktür.

Burada altını çizmek istediğim özel bir durum da var elbette… Üzerinde binlerce yıldır yaşadığımız bu topraklar Mevlana’dan, Yunus’a, HacıBektaş’tan Aşık Veysel’e “kabul” kültüründen gelen güzel insanlar yetiştirmiştir. 

Başımıza bir olay geldiğinde ana hatlarıyla iki tepki veririz; ya bu durumu tanımlar “kabul” eder ve “şimdi ne yapabiliriz?” sorusunu sorarak var olan durumdan yola çıkarak çözüm arar, ya da duruma “isyan” ederiz. İşte “isyan”; kaygı, hüzün, acı verici ve yıkıcı bir duygudur. Bir durumu kabul etmeyip “isyan” ediyorsak onu değiştirmek için mücadele etmek ve bu mücadelenin sonuçlarına hazırlıklı olmalıyız. Eğer hem “kabul” etmeyerek “isyan” duygusu içine girer ve hem de değiştirmek için bir şey yapamazsak ortaya yıkıcı ve olumsuz bir sürü duygumuz çıkar ve bu da bizi ağır bir kaygıyla baş başa bırakır. 

Böylesi belirsiz ve elimizden bazı önlemler alma dışında yapabileceğimiz bir şeyler olmadığı durumlarda aslolan ve yararlı olan, durumu “kabul”dür. Buradaki “kabul” şükürcü bir kabul değildir. Daha tanımlayıcı, olası her durumu gözden geçirerek önlem alıcı, “isyan” duygusu yerine sağlıklı bir kaygıyla çözüm arayıcı bir kabul olmalıdır.

Şimdilik bizim de bu virüsün biz de yarattığı kaygıyı “kabul” ederek, bu kaygıyı, korunmak ve gelişmek için bir enerjiye çevirmeliyiz.

Böylesi dönemlerin iyi tarafları da vardır elbet… Ne derler bilirsiniz. 

“Başınıza gelen kötü bir şey sizi öldürmezse eğer kuvvetlendirir.” Yeter ki biz bundan doğru sonuç çıkaralım.

Ben kendi adıma hangi sonuçları çıkardım peki?

  1. Oyunbozan fırsatçıları tanıdım.
  2. Biliminsanı kılıklı şarlatanları tanıdım.
  3. Kendi çıkarı için halk sağlığını hiç düşünmeden tehlikeye atan medya soytarılarını tanıdım
  4. Halkın kaygı ve korkularını ranta çevirmek için en alçakça yolları kullanan medya mensupları, esnaf, şirket ve biliminsanlarını tanıdım.

Bunlara ek olarak, gerçekten samimiyetle elinden geleni yapan iyi insanlar da gördüm;

  1. Sorumlu hissettiği insanlar için gece gündüz makale okuyarak halkı bilgilendirmeye uğraşan gerçek biliminsanlarını tanıdım.
  2. Ülkenin içinde bulunduğu durumdan ideolojik bir sonuç çıkarmak yerine ülke çıkarı için dikkatli beyanlar veren siyasiler, medya mensupları, biliminsanları, sanatçıları tanıdım.
  3. En ağır muhalefet eden, bu nedenle yargılanan, tutuklanan, hala yargılamaları süren sanatçı, siyasetçi ve medya mensupları içinden tüm bu yaşadıklarına rağmen, sakince sürecin en doğru ilerlemesi için katkı veren gerçek vatansever insanları gördüm.
  4. Aldığı malı aldığı fiyata satan eczacı, esnaf, şirket tanıdım.
  5. Sporun başarısından çok halk sağlığını düşünen spor yöneticileri tanıdım.
  6. Süreçte sokaklarda zor durumda kalan insanlar ve hayvanlar için mücadelesini daha da arttıran insanlar tanıdım.
  7. Daha da önemlisi, içinden çıktığı halkın bazı kesimi tarafından sürekli aşağılanmasına, şiddet görmesine, hedef gösterilmesine rağmen canla başla halkı için çalışan çok değerli sağlık çalışanlarının neredeyse %99 oranında olduğunu gördüm, onlarla gururlandım. 

İnsanlık tarihi böylesi salgınlarla doludur ve gerçek biliminsanları tarafından tüm bunları aşmıştır. Bu durumu ve sonrasında oluşacak yeni sorunları da aşacaktır insanlık… Yeter ki bilim düşmanı, doktor düşmanı, aşı düşmanı, sağlık çalışanı düşmanı, doğrunun düşmanı kan emicilere prim vermeyin. Yeter ki sizlerin sağlığı için ölmeye bile hazır, günlerce ailesinden, sosyal hayatından, uykusundan, sağlığından feragat etmeye hazır sağlık çalışanlarımıza güvenin.

Birazcık da olsa saygıyı hak ediyoruz zira…

Merak etmeyin ve korkmayın bunu da aşacağız. 

Önemli olan mümkünse hiç kayıp vermeden aşabilmek tüm bu salgını…

Hadi bakalım şimdi el yıkamaya…

Sevgiler, saygılar sunarım…

Not: Enseyi karartmayın, umudu soldurmayın, paniğe kapılmayın. Ülkemiz sağlık çalışanları ve sistemi bu sorunu aşacak güçtedir. 

Yeni yorum ekle

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.