Henüz 4 yaşlarındaydım ve ağır bir pnömöni geçiriyordum. Akciğerlerimde yer alan atipik bir görüntü nedeniyle hastalığımın uzun süre tüberküloz olduğu düşünülmüştü. Aylarca Gülhane’de yattım, ateşimin düşmesi için buz dolu küvete konulduğumu hatırlarım. O döneme ait belirgin hatırladığım şeyler var elbette…
Mesela, Atatürk Orman Çiftliği'nin kırmızı kapaklı tombul cam şişe yoğurtları ve ofis pirincinden yapılan pilav… Muhteşem ikili olurlardı ve bana başka hiçbir şey yediremezlerdi.
Bir de Ayşe Hemşire vardı. Hastalığımın pnömöni olduğu belirlendikten sonra bana sürekli kaba etimden penisilin yapan kahraman… Her gün elinde iğne ve arkasında saklı vaziyette gelir ve bana “bil bakalım sana ne getirdim” derdi. Ben ağlamaya başlardım, “biliyorum yine iğne var arkanda” diye… O ise bazen arkasından bir çikolata çıkarırdı ve önce bana onu verirdi, sonra da kaçınılmaz son iğneyi yapardı.
Çikolata deyince bugün olduğu gibi kolayca ulaşılan ve görece ucuz bir şey sanmayın lütfen, o dönem çikolata denilen şey hiç de fena para değildi. Bir de o meşhur iğneler… Metal ve cam enjektörler, metal bir kap içinde kaynatılır, sonra başkalarına yapıla yapıla körelmiş o iğne uçları kabandan içeri girerdi. Hart diye bir sesi hala hissederim. Tabii bir de penisilin kas içinde beton gibi olurdu o konu da ayrı…
İşte Ayşe Hemşire o koşullarda belki çocuklarına alamadığı çikolatayı bana alırdı. Ben kimdim onun için, tedavi ettiği genç bir astsubayın oğlu… Babam güçlü biri miydi ki bana böyle iyi davransın? Hayır değildi.
Ayşe Hemşire bir temsildi, bir yemindi, bir insandı, o benim kanatsız meleğimdi.
Sonra Kıbrıs Harekatı oldu ve tüm yaralılar akın akın Gülhane’ye akmaya başladı. O sırada iki abim ve ben çocuk halimizle hastaneye annemizin yaptıkları pastaları götürürdük ve orada Ayşe Hemşireyi görürdüm. Bana gösterdiği şefkati şimdi o gazilerimize gösterirdi. Onların kah ablası, kah annesi, kah kanatsız meleğiydi.
Sonra 1985 yılında Gülhane Tıp Fakültesini kazandım. Fakülteye başladığım günden itibaren, birçok Ayşe Hemşire, Ayşe Teknisyen, Ayşe Hastabakıcıyla karşılaştım.
Çok değerli hocalarım vardı ama bu insanlar da bana çok şey öğretti.
Sonra ihtisasım sırasında ilk reçetemi onlara sordum, hastalara nasıl yaklaşılır onlardan öğrendim, kapımda beni öldürmeyi bekleyen paranoid hastadan onlar beni korudu. Onlar kendi bakımını yapamayanlara elleriyle yemek yedirdi, altlarından kakalarını aldı.
Gece çay getirdi elleriyle bize, kardeşi, evladı, arkadaşı olduk çoğunun…
Sonra Diyarbakır Asker Hastanesi'nde gördüm Ayşe Hemşire'yi. Bazen radyoloji teknisyeni, bazen ebe, bazen ameliyathane görevlisi, bazen acilin temizlik hizmetinde…
Gece gündüz çalışırlar, güleryüzlerini korurlardı. Ellerimizde şehit düşen çocuklar için beraberce çok ağladık, deli gibi sevindik kurtardıklarımız için… Gece sabahlara kadar bekledik bir hastanın başında, bazen de bir tıp bayramı günü yarım saatlik bir boşlukta kutladık birbirimizi…
Şiddet gördük birlikte, aşağılandık, devlet büyükleri bazen bizi halkın önüne attı ama yılmadık.
Hep başında kepiyle sus derdi Ayşe Hemşire ruhumuza, sus ve hizmet et insanlığa…
Teknisyen, hastabakıcı, temizlik elemanı, kayıt kabul, muhasebe, bilgisayar başında gördüm Ayşe Hemşireyi, şimdi de Corona mücadelesinde en önde yanımızda…
Her kim ki Ayşe Hemşirelerin hakkını teslim etmez, her kim ki onları yok sayar bu mücadelede, ayıp eder en basit tabiriyle…
Ayıp etmeyin siz de…
#AyşeHemşireyeSahipÇıkın
Saygılarımla…