Dün Ankara’da ortopedi asistanı bir meslektaşımız bıçaklı saldırıya uğradı. Sebebinin önemi yok. Bugüne kadar birçok sebeple meslektaşlarımız öldürüldü, yaralandı, darp edildi, hakarete uğradı. Sürekli sözde kınamalarla geçiştirildi olaylar. “Sağlıkta şiddet engellenecektir” diye koca koca açıklamalar yapılırken “ama”lar cümlelerden hiç eksik olmadı. “Ama” çok para kazanıyorlar, “ama” hastalara güleryüz göstermiyorlar, “ama” reçeteyi de yazıverseymiş, “ama” bu doktorlar çok ukala, kendini beğenmiş, “ama” onlar da kendilerini bir halt zannediyorlar. Böyle birçok “ama” içeren cümlelerin ardından, bir de çeşitli kurumlara doktorlar hakkında yapılan saçma sapan, ipe sapa gelmez şikâyetleri ciddiye alarak doktorlar hakkında soruşturma başlatılması, bu saçma şikâyeti yapanlardan özür dilenmesi olayları var.
Her geçen gün köleleşerek çalıştırılan doktorların şu anda istifa, emekli olma ve hatta izin hakları bile engellenmiş durumda…
“Ama” bu doktorlar yok mu?
Zenginlik içinde yüzerken, daha fazla para isterler.
Halktan kopuk, kendini beğenmiş, ukalalar.
İşlerini doğru düzgün yapmazlar.
Hep şikâyet ederler.
Başlarına gelen her türlü kötülüğü hak ederler.
On sekiz yaşında girdikleri bir fakülteyi şanslılarsa 6 yılda bitirip 24 yaşında doktor olurlar ve hemen mecburi hizmetle karşılaşırlar. Mecburi hizmetlerini yapmadan diplomaları bu ülkede geçersizdir. Ardından Tıpta Uzmanlık Sınavı’na hazırlanırlar, dünyanın en zor sınavlarından birine girer ve uzman olabilmek için birbirleriyle yarışırlar. Sonra bazıları asistan olur. En az dört yıl gece gündüz, hiçbir hakları tanınmadan, köle gibi çalışırlar. Üstelik birçok devlet memurundan düşük paralar alırlar. Tepelerinde hocaları sürekli boza pişirir. Aldıkları her kitap, okudukları her makale, üye oldukları her dergi dolarla, uroyla satılır. Herkes onlardan iyi giyinmelerini, iyi arabalara binmelerini, iyi lokantalarda yemek yemelerini beklerken, onlar kiralarını bile zorla ödedikleri dönemlerden geçerler.
Sonra uzman olduklarında, yaşları zaten otuz olmuş, erkeklerin saçları dökülmüş, kadınlar ise aldıkları kilolardan nasıl kurtulacaklarını düşünür hale gelmiştir. Bu arada kariyerlerine devam etmek isteyen ama anne olmak, yuva kurmak isteyen kadın doktorlar için yeni zorluklar da kapıdadır. “Ama” biz bir farklı türüz demek ki tüm bu acılardan bıkmadan, yolumuza devam ederiz. Bu arada ayda 10-15 nöbet tutmamız, uğradığımız yıldırmalar, aşağılamalar, saldırılar da bizi mücadelemizden vazgeçiremez. Böyle belki de biraz alışmış olarak köleliğe devam ederiz.
Hoca olur da belki muayenehane filan açarsak, belli başlı bazı branşlarda ihtisas yaparsak ya da çok özel ameliyatlar yapabilirsek, yaşımız altmış olmadan az biraz maddi olarak rahatlarız. “Ama” bunun karşılığı da o yaşta bile gece gündüz çalışmaktır.
Biz yine düne dönelim. Aldığımız haberlere göre; kardeşimiz Dr. Ertan İSKENDER’in bazı parmakları artık yok…
Cerrah olacaktı ve artık bu imkânsız hale geldi. Genç bir meslektaşımızın tüm hayallerini, birkaç psikopat bitirdi diyebiliriz belki ama bu yalan olur.
Genç bir meslektaşımızın hayallerini, sağlıkta şiddet konusunda önlem almayan, her fırsatta doktorları hedef gösteren siyasetçiler çaldı. Hastane kapılarına basit X-Ray cihazları bile koyamayan, girenlerin üzerinde arama yapılmasını sağlayamayan, siyasete ve iktidara sağlık çalışanları ile ilgili baskı yapamayan bakanlık çaldı kardeşimizin hayallerini…
Var olan yasaları uygularken, anlaşılmaz bir nedenle sürekli doktora şiddet uygulayandan yana işlem yapan, hâkim ve savcılar çaldı kardeşimizin hayallerini…
Bir de galiba en önemlisi, meslek örgütümüz olan Türk Tabipleri Birliği çaldı bu hayalleri…
Dün meslektaşımız canıyla savaşırken, çay üreticilerinin hakkını aramak için sahaya giden, daha önce Ermeni olaylarıyla ilgili saçma sapan açıklamalar yapan, askerlerimiz şehir edilirken güya halk sağlığını korumak adına terörü destekler çizgide bildirilere imza atan, tabanının %90’ının orada oturmasından rahatsız olduğu TTB aldı hayallerini bu kardeşimizin.
Sağlık Bakanı ile ideolojik nedenlerle çatışacağına, haklarımızı aramayı zul gören, meslektaşları yerine kendi ideolojik çıkarlarını düşünen bu meslek örgütü, dün yaşananlardan sonra derhal istifa etmelidir. Ve biz doktorlar da şunu görmeliyiz; it gibi gece gündüz çalışmaktan daha önemli olan bir şey var: “Kendi meslek örgütümüz içinde yapılanarak, birliğimizi bu insanların elinden devralmak ve doktor hakları için herkesle sonuna kadar diyalog kapısını açarak, haklılığımızı tüm dünyaya aktarabilmek…”
Yoksa bizler öldürülürken, hayallerimiz elimizden alınırken, kamuoyunu ve siyaseti düşman edinen bir meslek örgütünün, doktorların tamamı hakkında yarattığı bu önyargılar ile koruyamadığı haklarımız daha birçoğumuzun hayatına-hayaline mal olacaktır.
Hadi şimdi çayımızı içelim ve çay üreticilerinin haklarını düşünelim. Bize ne parmakları kopan ve hayalleri sönen bir doktordan…