15 Temmuz 2016 tarihinde, FETÖ’cü çete tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan alçak darbe
girişiminin temel hedefi, ülkeyi bir iç savaşa sürükleyerek parçalamak, TSK’yı dağıtarak etkisiz hale
getirmekti.
Daha bu gecenin ilk anlarından itibaren, yaşananların emir komuta zinciri olmadan gerçekleşen,
FETÖ’cü bir girişim olduğunu ve sonunun hayırlı olmayacağını düşünmüştüm. Neyse ki; TSK içinde
halen çoğunlukta olan, Atatürkçü ve yurtsever personelin marifeti ve halkımızın desteğiyle bu girişim
güdük kaldı.
Böylesine bir girişimin ardından; partilerin, STK’ların, devletin tüm kurumlarının bir eşgüdüm içinde
davranması da ülke birlik ve bütünlüğü için çok önemliydi. Bu bütünlük algısı bozulmasın diye, OHAL
ilan edilmesi bile çok tuhaf karşılanmadı. Çünkü darbe girişiminin ardından iktidardan tüm terör
örgütlerinin üstüne gitmesi bekleniyordu.
Bu toz duman dağıldıktan sonra, ortaya çıkan ilk KHK’lar açıkçası beni iki ana nedenle çok üzdü. Askeri
okulların tümünün kapatılması ve asker hastanelerinin sivilleştirilerek Sağlık Bakanlığı’na
devredilmesi…
Ben emekli bir asker hekim olmam dolayısıyla ikinci konu üzerine çok itiraz ettim, tüm asker hekim
arkadaşlarımız, hocalarımız da bu girişime karşı çıktı. Ancak KHK aracılığıyla alelacele gerçekleştirilen
bu eylemi durduramadık.
Sonuçta; GATA Askeri Tıp Fakültesi, Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne, hastane olarak sağlık bakanlığına
devredildi. Ayrıca; çeşitli şehirlerimizde bulunan, 39 asker hastanesi de sağlık bakanlığına bağlandı.
Tüm bu işlemler, hiçbir alt yapı, malzeme, arşiv, kütüphane devirleri bile doğru düzgün yapılmadan
oldu üstelik…
Bu devir teslimleri bir kenara bırakalım, tecrübe devir teslimi bile yapılmadı…
Doğru Değil Diye Haykırdık
Peki, bu hastanelerin sivil olmasının, GATA Hastanesi ve Tıp Fakültesi’nin kapanmasının ne gibi
sıkıntıları olabilirdi ki, bizler ilk günden itibaren bu işlem doğru değil diye haykırdık.
İşte bu aşamada, Emekli Doçent Tabip Albay Doğan Ceyhan –ki kendisi amatör tıp tarihçisi olarak da
tanımlanabilir- tarafından “Gülhane Askeri Tababet Tatbikat Mektebi ve Seririyatı” neden
kapatılmamalıdır adlı yazısından bazı bölümleri alıntılamak isterim:
“Gülhane, 1898 yılında açılmış ve ismini Topkapı Sarayı’nın “Gülhane Bahçesi’nden” almıştır. Ordunun
seferlerdeki sıhhi ihtiyaçlarında önemli aksaklıkların görülmesiyle; bu sorunların giderilmesi amacıyla,
tabip ve diğer personeli yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Gülhane’nin kuruluşunda Alman Dr.
Rieder ve Dr. Deicke’nin bilgi birikimi ve yönlendirmeleri ile Osmanlı Devleti’nin bina, insan ve mali
kaynaklarından yararlanılmıştır. Kurulduğu zamanlardaki ismi, “Gülhane Askeri Tababet Tatbikat
Mektebi ve Seririyatı (Askeri Tıp Uygulama Okulu ve Kliniği)” olarak belirlenmiştir. Gülhane;
Kasımpaşa’dan, Erzurum’a, Çanakkale’den Diyarbakır’a, Gümüşsuyu’ndan, Van’a kadar birçok asker
hastanesinin, Osmanlı’dan bu yana “ilmi ve tıbbi” merkezidir.
Gülhane’nin kurucu ekibi arasında bulunan Süleyman Numan, Raşit Tahsin, Asaf Derviş gibi birçok
hocanın, ülkemiz tıp bilgisi ve kültürünün şekillenmesine önemli katkıları olduğu bilinmektedir.
Hastaların bulgu ve hastalık seyirlerinin yazılı olarak kaydedilmesinin, kurumsal ve düzenli olarak ilk
gerçekleştirildiği yer olan Gülhane, kurulduğu yıldan itibaren araştırmalarıyla Dünya Tıbbı’na önemli katkılar sağlamıştır. “Gülhane Müsamereleri” adı verilen tıbbi toplantılar, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
uzanan tıbbi bilgi ve kültür aktarım çabalarının, mihenk taşları arasında sayılır. Ülkemizdeki tıbbın
bilimsel ve insani karakterinin gelişmesine, Gülhane’nin dikkate değer katkıları olmuştur.
Osmanlı Devletinin son dönemlerindeki Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı ile Kurtuluş
Savaşı’nda da, Gülhane’nin hem eğitim kurumu, hem de çalışanlarının direkt katılımı ile yurt
savunmasına yaptığı önemli katkılar bilinir. Cumhuriyet’in kurulması sonrasında frengi, sıtma, verem,
trahom gibi hastalıklara karşı başlatılan savaşta, Gülhaneli hekimleri ön saflarda görürüz. Refik
Saydam, Tevfik Sağlam, Niyazi İsmet Gözcü, Abdülkadir Noyan gibi hekimler, ülke insanlarının sağlık
düzeyinin arttırılması için önemli çabalara öncülük etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nden itibaren
başlayıp, Cumhuriyetin erken döneminde daha da güç kazanan salgın hastalıklarla mücadelenin fikri
temellerinin atıldığı “Milli Tıp Kongreleri”nin düzenleyici ve uygulayıcıları arasında pek çok Gülhaneli
hekim vardı.
Gülhane, ülkemizi etkileyen tüm büyük olaylarda, kadro ve kurumsal bağlılıklar konusunda yeniden
yapılanma, yeniden adlandırma; şehir ve bina değiştirme süreçleri yaşamıştır. Önce İstanbul’da
Topkapı Sarayı girişi alt kısmında, Gümüşsuyu Asker Hastanesi’nde, kısa bir süre Ankara Mevki Asker
Hastanesi’nde, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde; sonra Kara Kuvvetleri Komutanlığı binasında
ve en son olarak da, Etlik’teki binasında hizmet vermektedir. Gülhane ülkemizdeki birçok kurum gibi,
toplumsal ihtiyaçlara göre değişmiş ve değiştirilmiştir.
Bütün değişimlere rağmen, Gülhane’de değişmeyen ve günümüze kadar devam eden birçok gelenek
bulunmaktadır. Gülhane’de yetişmiş ve eğitim almış olmayanlar dahi, biraz dikkatli bir gözlem ile bu
gelenekleri fark edebilir. Memleket için fedakârca çalışmak, tıbbı bilimsel ilkelerle uygulamak, hastası
için en iyisini gerçekleştirme çabası gibi mesleki hasletler, Gülhane eğitiminin içine işlemiş temel
ilkeler arasındadır. Sağlık endüstrisi ile ilişkilerde ilkeli ve özenli olmak; uluslararası ilaç ve teknoloji
pazarlama stratejilerinin iyi yanlarından yararlanmaya çalışırken, milli bakış açısını her zaman dikkate
almak, hemen her Gülhanelinin, en önemli mesleki alışkanlıkları arasında bulunur. Bu ilke ve
alışkanlıklar, Osmanlı ve Cumhuriyet tıbbının yüz yılı aşkın birikimlerini de içeren köklü bir geleneğin
parçasıdır. Gülhane kapatılır ise bu geleneğin taşıyıcılarının önemli bir gücü de kaybedilmiş olacaktır.
Gülhane ve askeri sağlık sisteminin yeniden yapılandırmaya /kurgulanmaya ihtiyacı olduğu, biz emekli
ve görevde olan asker hekimlerin de uzun zamandır dile getirmeye çalıştığı bir ihtiyaçtır. Bu yeniden
yapılandırma sürecinde tepkisel ve duygusal yaklaşımlar yerine, ortak akıl ve sağduyuyu daha çok
dikkate alan yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır.
Gülhane sadece bir hastane değildir. Bu toprağın insanlarına uzun yıllardır hizmet veren sivil, asker
birçok tabibin eğitim, bilim ve kültür ocağıdır. Kapatılması kayıptır; yerine konması güç olacak bir
kayıptır.”
Sevgili dostum Doğan CeyhanGATA neden kapatılmamalıdır sorusunun cevabını ararken ben de
diğer asker hastaneleri neden kapatılmamalıdır sorusunu sormalıyım…
Askeri ve Sivil Hastaneler Arasında Önemli Farklar Var
1- Diyarbakır başta olmak üzere, terör bölgesinde bulunan asker hastanelerinin, sivil hastanelerden
önemli farklılıkları vardır. Bu farklar;
a) Güvenlik seviyesi üst düzeydir (Bu durum belki de en önemli konudur. Hem hastane, çalışan ve
hastaların fiziki güvenliğini korumak açısından, hem de bir operasyona personelin her an hazır olması
açısından…)
b) Tüm personeli özel araştırmalardan geçirilerek görevlendirilmiştir (Bu, istihbarat ve istihbarata
karşı koyma konularında fazlasıyla önem taşır.),
c) Doktorları çoğunlukla subaydır ve sağlık memuru vd. konularda görev yapan sağlık personeli
astsubaydır (Personelin çoğunluğunun askeri eğitim almış olması, ki buna hemşireler de dahildir,
operasyonlarda çok büyük önem arz eder…),
d) Hemşireleri özel yetiştirilmiş, istihbarat incelemeleri titizlikle yapılmış kişilerdir (Bu personel için
çok önemlidir, çünkü yaralı ve hastalara doğru tedavinin uygulandığı, doğru ilaçların verildiği ve kasıtlı
bazı zararların verilmediğinden emin olunmasını sağlar.),
e) Personel 7 gün 24 saat esasına göre çalışan, fazla mesai, performans gibi dertleri olmayan, yaralı
askerlerimize hizmet ederken ailesini bile unutan insanlardan oluşur (Asker hastanelerinde,
çatışmadan yaralı geleceği haberi hastaneye ulaştığında saat kaç olursa olsun, imam dâhil herkes
mesaideki yerini alır.),
f) Bu nedenle, bu hastanelere giden, askerlerimiz, diğer güvenlik güçlerimiz ve ailelerimiz kendilerini
güven içinde hissederler (O bölgede ki polis ve koruculara da sorulduğunda hepsi bir yaralanma
halinde, asker hastanelerine gitmek istediklerini ifade eder. O bölgede; sivil hastanelerde görev
yapan, doktorundan hemşiresine bazı personelin PKK sempatizanı olduğu bilinen bir gerçektir. Bu
insanların bazı uygulamaları nedeniyle, büyük sorunlar oluştuğu ve oluşacağı ortadadır.).
2-Kıtalarda görev yapan asker hekimlerin yeri nasıl doldurulacaktır?
a) Uçuş doktoru kim olacaktır (Hava Kuvvetleri hangi sivil doktorla çalışacaktır.),
b) Gemilerde kim aylarca sefere çıkacaktır (Hangi sivil doktor sadece maaş alarak, gemilerde aylarca
görev yapacaktır.),
c) Terörle mücadelede ve savaş sırasında kim birliğiyle çatışmanın ortasına girecektir (hangi sivil
doktor, silah kullanmayı bile bilmeden çatışmaya katılacaktır? Tabii ki Tabip Asteğmen olarak
çatışmalara katılmış, kahramanlık göstermiş vatansever meslektaşlarımızın fedakârlıkları göz ardı
edilemez.),
d) Sualtı hekimi kim olacaktır (Sadece bazı özel durumlar dışında maddi hiçbir getirisi olmayan bu
alanda kim uzmanlık eğitimi alacaktır?),
e) Harp cerrahisi ve psikolojisi gibi alanlarda kim çalışacaktır (Bu özel alanlarda yıllarca birikmiş
tecrübeler ne olacak ve bu alanlar da yapılan çalışmalarda gizlilik ilkesine kim uyacaktır?).
3- Askere alım, özel personel seçimi, atamaya esas raporlar, sınıf değişiklikleri, askerden ayrılma vd.
gibi özel bilgi birikimi gerektiren raporları kim verecektir?
Daha saymaya kalksam, sabaha kadar, asker hastaneleri neden yeniden açılmalı diye sayarım. Uçuş
doktoru, psikiyatrist ve terörle mücadele de yıllarca çalışmış biri olarak daha sayacağım çok madde
var ama susuyor ve ülkemiz için; alınan ve yanlış olduğunu düşündüğüm bu karardan, özellikle adı
konulmamış bir savaşın içindeyken acilen dönülmesini umuyorum.
Şu bilinmelidir ki; askeri sağlık hizmeti, askeri harekâtın bir parçasıdır ve bu hizmet, askerliği ve
operasyonel mantığı bilen kişilerce verilir. Yani; “Üç ambulans gönderir ve yaralıları aldırırız…”
düşüncesinden çok daha öte bir anlam taşır.
Dr. Semih Dikkatli
Emekli Askeri Psikiyatrist