Hekim olarak kuşkusuz işimizi yapmak, sağlığa odaklanmak önceliğimiz. Bunu yaparken toplumsal olaylara yaklaşmak, sağlığın ekonomi politiğine odaklanmak da olası. Bu yaklaşımın öğretici olduğunu da eklemeliyim.
Geçtiğimiz günlerde bir hastamla görüşürken aynı derdi 40 yıl kadar önce de çektiğini ve Kübalı doktorlarca tedavi edildiğini öğrendim. Sağlığın ekonomi politiğine ilgi duyan herkes gibi “Kübalı doktor” söylemine kayıtsız kalamazdım.
Hastam seksenli yıllarda çalışmak için Libya’da bulunmuş. Kübalı doktorlarla tanışmasını buna borçluymuş. Kübalı doktorların başta Che Guevara olmak üzere Afrika’ya olan ilgisi bilinir. Küba’nın yalnız Sahraaltı’na değil, Afrika’nın geri kalanına da el uzattığını böylelikle öğrenmiş oldum.
İngiltere büyüklüğünde 10 milyonu biraz geçkin nüfuslu Küba ilk bakışta ülkeciktir. Ama, iş sağlığa gelince Küba’nın şaşırtıcı şekilde devleştiği çoğu kimseyi şaşırtsa da konuya ilgi duyanları şaşırtmaz.
Altmış yaşını henüz geçmiş olan Küba, sağlıkta kendine yetmekle kalmaz. İspanyolca konuşan tüm çevre ülkelere de ışık yayar. Pek çok ülkenin gençleri Küba’da tıp okur ve ülkesine döner. Dünyanın sayısız ülkesinden hasta Küba’da sağaltım görür, iyileşir.
Dahası, Küba’nın gelişmiş sağlık teknolojisi aşı başta olmak üzere pek çok tıp araç ve gerecinin üreticisidir. Satıcısıdır demekten kaçınmak gerekir. Küçük dev Küba bu bağlamda ürettiklerini gereksinim duyan herkesle paylaşır. Abluka altında olması bile Küba’nın bu ve benzeri üretimlerinden kazanç sağlamayı aklına getirmesini gerektirmez.
Son salgında gelişmiş(!) ve uygar(!) ülkeler başkalarına ait maske başta olmak üzere pek çok tıp gerecine el koyma utanmazlığı sergilemekten çekinmezken salgının başlarda kırıp geçirdiği İtalya’nın yardımına ilk gidenlerin de Kübalı doktorlar ve sağlık çalışanları olduğunu unutmamak gerekir.
Yazıyı bağlamak üzereyken rastladığım bir bilgi yazıyı sürdürmemi kaçınılmaz kıldı.
SAĞLIK HARCAMALARI
Türk Tabipleri Birliği’nin internet sitesinde kamuoyuna sunulan 10 istekten birisinin “sağlık harcamalarının artırılması” olduğunu epeyce şaşırarak gördüm. Oysa, TTB çatısı altında Küba sağlık sistemini bilenlerin hiç eksik olmadığını biliyorum. Sağlıklı bir toplum yaratmanın sağlık harcamalarını yalnızca artırmaktan geçmediği çok açık ve yalın bir durumdur.
Başka deyişle, önemli olan çok harcamak değil akılcı ve yerinde harcamaktır.
Sağlığa harcanan para sağlığın önemli belirleyicisi olarak görülecekse dünyada hiçbir ülke ABD’nin eline su dökemez. ABD’de kişi başına sağlığa ayrılan para 10.000 doların üzerindedir. Durum böyleyken, son salgının ilk aylarında Amerikalıların (elbette siyahiler, hispanikler başta olmak üzere) sırtının yere geldiğini görmüş olmasak yine de önemseyebilirdik “sağlığa çok para harcamanın” yararlı bir iş olduğunu.
Hastalık bir kez ortaya çıktığında sağaltımı kaçınılmaz şekilde pahalı ve zahmetli olacaktır. Oysa, aşıyla ya da başka önleyici yöntemlerle hastalığın önlenmesi hem bireyin zarar görmesini önler hem de bu sürecin ucuza yönetilmesini sağlar.
Sözü Türkiye’ye getirmek gerekirse.
Bilindiği gibi, bugün Türkiye’yi yönetenlerin önde gelen övünç kaynaklarından birisidir son 15 yılda sağlıkta yapılanlar. Sağlık hizmetindeki “kıtlık” Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla birlikte “bolluğa” evrilmiştir. Ancak, bu bolluğun nitelikte değil nicelikte olduğu zamanla anlaşılmıştır. Bugün için Cumhurbaşkanı’nın sözlerine (hekimler için) “giderlerse gitsinler” olarak yansıyan anlayış hızla duvara çarpma yolundadır.
Sağlığa yapılan parasal yatırımın bu işi kazanç kapısına dönüştürenlere yarar sağlayacağı kuşkusuzdur.
Sağlıktaki nicelik artışı yılda 100 milyon kişinin acil servislere başvurusuna, 800 milyon kişinin de hekimlere başvurusu gibi baş döndürücü sayılara erişmiştir. Niceliğin bu denli artış gösterdiği yerdeki niteliğin çakılmasına şaşırmak gereksizdir. Bu süreç boyunca doğal olarak kişi başına sağlık harcaması da artmıştır. Son döviz kriziyle birlikte USD cinsinden sayı paylaşımı yanıltıcı olacaktır. Ama, kişi başına sağlık harcamasının TL cinsinden 3.000 liraya yaklaştığı anlaşılmaktadır. Bu haliyle bile 2000 USD sınırını zorladığı söylenebilir.
ABD ya da gelişmiş bir Avrupa ülkesi örneğinin yanı sıra Türkiye deneyimi de kişi başına sağlık harcamasının tek başına olumluluk kaynağı sayılamayacağını göstermektedir.
Küçük Küba’yı bir sağlık devine dönüştüren sürecin başarısını sınırlı ama doğru planlanmış harcamayla erişilen başarıda aramak gerekir.
HEKİMLER GÖÇÜ
“Giderlerse gitsinler” hoyratlığının öncesinde başlayan “hekimler göçü” sağlık ortamına yansıyan özensizlikten ve bu alana yapılan harcamaların emek ve çaba harcayanlara değil de buradan kazanç sağlayanların cebine akmasından kaynaklandı. Emek değersizleşti. Ona eklenen iş yükü ve önü alınamaz şiddet bu göçü hızlandıran öğeler olarak tarihteki yerini aldı.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına uzanalım.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık koltuğuna da oturmuş olan Dr Sadi Irmak o yıllarda Türkiye’de söz konusu olamayan uzamanlık eğitimi için Almanya’ya Atatürk’ün şu sözleriyle uğurlanmıştı :
“Sizleri birer kor olarak gönderiyoruz, birer ateş topu olarak ülkenize dönmenizi bekliyoruz.” O beklenti yerine geldi. Cumhuriyet’in yurtdışına gönderdiği hiç bir nefer oralarda kalmadı. Ülkeye döndü. Hizmette kusur etmedi.
Şimdi ne mi oluyor?
Binbir zahmetle ve harcamayla yetiştirilen hekimler birer “öfke küpü” olarak ülke dışının yolunu tutuyor. Onlar için yapılan harcamalar onları kazanan ülkelerin hizmetine sunulmuş oluyor.
Yaşananlara bir de bu yanıyla bakmak kaçınılmaz.
“Giderlerse gitsinler” diyene bunları anlatan birileri çıkmıyor mu diye sormaktan alamıyorum kendimi. Sağlığı yalnızca teknolojik bir olgu olarak görmenin sonuçlarıdır yaşadıklarımız.
Sözün özü, sağlığa insan/canlı odaklı yaklaşmak olmazsa olmaz gereklilik.
Ne kadar harcadığından çok nasıl ve ne amaçla harcadığın önemli.