Myokard enfarktüsü ile ilgili bir başka malpraktis olgusu

Bir önceki yazımızda myokard enfarktüsünün teşhis edilememesi sebebiyle meydana gelen ölüm olgusuyla ilgili bir ceza davasına değinmiştik. Bahse konu olguda tartışılan esas mesele doktorun kusuruna ilişkin değildi. Zira yargılamada doktor zaten kusurlu bulunmuştu. Bu sebeple sorun ölüm ile kusur arasında nedensellik bağının mevcut olup olmadığı noktasında düğümlenmişti. Bu yazımızda ise yine myokard enfarktüsü tanısı konulamamasıyla ilgili bir tazminat davasına yer vermek istiyoruz. Bu olgudaki esas mesele ise doktorun kusurlu olup olmadığıyla ilgilidir.

Somut olayda 36 yaşında bir kadın hasta  kollarında uyuşma, sırtına ve her iki kola yayılan baskı tarzında şiddetli göğüs ağrısı, epigastrik ağrı ve  öğürme şikayetleri bir özel hastanenin acil servisine müracaat etmiştir. Burada görevli doktor tarafından muayene edilmiştir. Hasta doktorundan EKG'sinin de çekilmesini istemiştir. Ancak doktor hastaya mide kanamasından kuşkulandığını belirtmiş ve EKG çekilmesine ihtiyaç olmadığını beyan etmiştir. Sonuçta hastaya bazı kan testleri uygulanmış ve   neticede ağrı kesici verilerek evine gönderilmiştir.

Ağrıları geçmeyen hasta ertesi sabah tekrar aynı hastaneye başvurmuş  ve  bu sefer  bir kardiyolog tarafından yapılan muayenesinde kalp krizi geçirdiği anlaşılmıştır. Bunun üzerine müdahale yapılarak aynı özel hastanenin başka bir şubesine sevk edilmiştir. Sevk edildiği hastanede  anjiyografi yapılmış ve bir süre de yoğun bakımda kalmıştır. Hasta, kalp krizinin erken teşhis edilememiş olması sebebiyle maddi ve manevi tazminat talebi ile dava açmıştır.

Konuyla ilgili olarak mahkemece Adli Tıp Kurumundan rapor alınmıştır. Adli Tıp Kurumunun raporunda doktorun kusurlu olmadığı yönünde görüş bildirilmiş ve dava reddedilmiştir. Olay daha sonra Yargıtaya intikal etmiş Yargıtay ise kararında her ne kadar Adli Tıp Kurumu raporu esas alınarak hüküm verilmiş ise de, bu raporun hastanın acile geldiğinde bildirdiği şikayetler yönünden davalı doktorun teşhis ve tedavi anlamında yeterli özen ve dikkati gösterip göstermediği konusunda gerekli açıklamayı içermediği sonucuna varmış ve kararı bozmuştur.

Bunun üzerine ilk derece mahkemesi üniversitelerin tıp fakültelerinde görevli, konusunda uzman öğretim görevlilerinden  bir  bilirkişi heyeti oluşturmuş ve yeniden rapor almıştır. Rapora göre doktorun kusurlu olmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Ret kararında, “doktorun tedavide kusurunun bulunmadığı, hastalığın tanımlanmasında gecikme bulunmadığı, hastalığın davalının hatalı teşhis ve tedavisinden de kaynaklanmadığı" gerekçesine dayanılmıştır. Konu bir kez daha Yargıtayın önüne gelmiştir.

Yapılan yargılamada Yargıtay bir kez daha bozma kararı vermiştir. Bozma ilamında bilirkişi raporundaki şu ifadelere dikkat çekilmiştir.: "...hastadan alınan anamnezde şikayetlerinin myokard infarktüsü için tipik olduğu görülmüştür. Bu durumda, ilk başvuruda, hastadan yeterli anamnez alınmadığı için infarktüsün atlanmış olduğu kanaati oluşmaktadır. Hastanın dosyasında ilk başvuru sırasında ayrıntılı anamnez alındığına dair kayıt yoktur. Hastanın 36 yaşında bir kadın olması ve bu yaşlardaki kadınlarda kalp krizi sıklığının düşük olduğu bilgisi bu yaştaki kadınlarda hiç kalp krizi görülmeyeceği anlamına gelmemektedir. İyi bir anamnezle böyle bir hastada da infarktüs tanısı koyulabilir. Hastaya ilk başvuru anında tanı koyulabilmiş olsaydı, koroner anjiyografi ve damar açma işlemi çok daha erken gerçekleşebilecek ve kalp kası hasarı yok denecek kadar az olabilecekti." İlk derece mahkemesi davayı reddederken   kararda bilirkişinin bu görüşüne hiç yer vermemiştir.

Yargıtaya göre, üniversitelerin tıp fakültelerinde görevli heyet tarafından düzenlenen  raporun sonuç kısmına göre, doktorun kusurlu olduğu sabittir. Buna göre davanın kabulüne karar verilmesi gerekmektedir.

Bu olguda dikkat çeken en önemli yan aynı rapor konusunda ilk derece mahkemesi ile Yargıtayın değerlendirmelerinin farklı olmasıdır. Bu, nadiren rastlanan bir durumdur. Genelde raporlarda  bildirilen görüş bellidir. Tartışma bu görüşün doğru olup olmadığı konusunda yoğunlaşır. Oysa burada durum böyle değildir. Yargıtaya göre, raporda doktorun kusurlu olduğu, ilk derece mahkemesine göre ise kusurlu olmadığı yazılıdır. Raporun metnine ulaşamadığımız için bu hususta bir değerlendirme yapamamaktayız. Ancak Yargıtay ilamında yer verilen ifadelere bakılırsa rapor gerçekten de doktorun kusurlu olduğu yönündedir.