İletişim Kolaylaşınca…
Günlük hekimlik uygulamamda hastalarımın “Ama ben de araştırdım! Falanca ya da filanca olasılık da söz konusu olamaz mı?” türünden sözleriyle her geçen gün daha sık karşılaşır oldum. Bu durum karşısında kolay olan “Siz hekim misiniz?” diyerek üstünlüğü ele almak. Bu yaklaşım o an yaşanan sorunu çözer gibi olsa da güven duygusunu zedeler. Sabra ve sağduyuya eklenen bilgiyle başa çıkmak zaman alsa da çok daha etkili bir yoldur.
Hastalarımla görüşmelerimde hastaların çoğunlukla sanal ortam kaynaklı kimi zaman da komşu/akraba görüşü olarak paylaştıkları bilgileri “düşünce özgürlüğü” kapsamında dile getirdiklerini fark ediyorum.
Bu yaklaşımın tek tek bireylerin kusuru olmadığı kanısındayım. Giderek yaygınlaşan bu türden davranışların “düşünce özgürlüğü” olgusunun yanlış algılanmasından ya da özümsenmemiş olmasından kaynaklandığını düşündüren ipuçları elde ediyorum özenle ve yoğunlaşarak düşündüğümde.
Kara Kutu
Sözü son günlerde yarattığı tartışmalarla kamuoyunun gündemine oturan Soner Yalçın’ın “Kara Kutu” kitabına getirmek istiyorum. Geçtiğimiz ayın ikinci yarısında bu konuya ilişkin olarak çeşitli yayın organlarında kendisine yer bulan yazılar yazdım. Yazının sonunda o yazılara ilgi duyabilecekler için bağlantılar olacağını da şimdiden eklemiş olayım.
“Kara Kutu”da tartışmaya konu olabilecek pek çok görüş ve başlık bulunmakla birlikte aşıya ilişkin keskin saptamalar ve toplumu aşılanmadan önce düşünmeye çağıran sözler son derece önemlidir. Bu yanıyla bir halk sağlığı sorunu yaratmaya bile adaydır. Hiç kuşkusuz her şey gibi aşılar da tartışılabilir. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yapılması konusunda karar aldığı 13 aşıyla ilgili olarak yazdığımın altını çizmekte yarar görüyorum. Grip, HPV ya da Hemofilus influenza aşılarına eklenebilecek bir dizi aşının etkinliği ya da uygulanması/uygulanmaması elbette tartışmaya açıktır. Kaldı ki, bu tartışma tıp dünyasınca uygun ortamlarda yapılmaktadır.
Düşünce Özgürlüğü (!)
Her hangi bir konuda düşünce sahibi olmak ve doğal olarak da onu dışavurmak DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ’nün gereğidir. Ancak, özellikle olumlu bilimlerde ve tıp alanında akılcı ve bilimsel yöntemlere dayanarak yerleşiklik kazanmış uygulama ve yöntemleri ayrı bir yere koymak gerekir. Bu ve benzeri durumlara yönelik olarak ortaya atılan ve kuşku bulutlarının toplanmasına neden olan yargıların toplumun belirli bir kesimini etkilemesi ve istenmeyen davranışlara yol açması güçlü olasılıktır. Az önce andığım çocukluk çağı aşıları da tartışmaya açılabilir hiç kuşkusuz. Ancak, bunun yapılması belirli koşullara bağlıdır. Bilgisiz, belgesiz ve dayanaksız bilimsel tartışma açmak olanaksızdır. Örneklemek gerekirse, “Dünya kendi ve güneş çevresinde dönmüyor. İnancım bu yöndedir” derseniz ve bu savınıza ilişkin bilimsel dayanak da sunmazsanız bilim dünyasında etki yaratmayacağınız gibi akıl ve ruh sağlığınız konusunda kuşku yaratmış olursunuz.
Toplumumuzun uzun yıllar boyunca düşünce özgürlüğü konusunda yaşadığı yalpalamalara eklenen akılcı ve bilimsel algı eksikliği önde gelen sorundur.
Sahte Bilim
Aşı karşıtlığının elle tutulur, gözle görülür tek dayanağı yaklaşık 20 yıl kadar önce İngiliz doktor A.J. Wakefield’ın saygın tıp dergisi The Lancet’te yayımlanmış olan makalesidir. Çocukluk çağında yapılan aşıları bilimsel olmayan yöntemlerle değerlendiren Wakefield’ın bu aşıların otizm etkeni olabileceği doğrultusundaki yargısı gündeme bomba gibi düşmüştür. Yaptığı hata anlaşılınca Wakefield, FAKEFIELD’a dönüşmüş; dergi söz konusu makaleyi yayından çekmiş ve okurlardan özür dileme gereği duymuştur. Aşılarla ilgili olarak toplumu kuşkuya düşüren yargılarda bulunan ve bunu kamuoyuyla paylaşanların Wakefield olgusunun ayrıntılarını bilmiyor olmaları olasılığı yüksek değildir. Wakefield bu düzenbazlığı nedeniyle İngiltere’de hekimlik yapma yetkisini yitirmiştir. Bu durumdaki birinin 20 yıl önceki makalesine dayanılarak yapılan aşı karşıtlığı “dünya dönmüyor” demeye eşdeğer bir tutumdur.
Bu yalın gerçekle ilgili açıklama topluma ilgili bilim dallarının yetkin temsilcilerince yapılmalıdır. Yükselen aşı karşıtlığına bağlı “aşı reddi” olgularının her geçen gün artış gösterdiği göz önüne alındığında kökü neredeyse kazınmış olan basit hastalıkların küresel ölçekte salgınlar yapması ve ölüme varan üzücü sonuçlara yol açması olasılığı göz ardı edilmemelidir.
Yeterli veri ve kanıt olmaksızın aşıyla ilgili kuşku yaratmanın ve buna bağlı olarak da aşı reddinin DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ’yle ilintili olamayacağı yeterince açıktır.
Tartışma Kültürü (?)
Kara Kutu kitabındaki kimi kabul edilemez görüşlere karşı verilen tepkilerde ise Türkiye’de tartışma kültürünün yeterince gelişmemiş olduğunu gösteren izler bulmak olasıdır. Özellikle sosyal medyada fazlaca düşünülmeden, çalakalem yazıldıkları anlaşılan tepki ve karşılıkların da aşı karşıtlığı yapanlarınki kadar akılcı ve bilimsel olmaktan uzak olduklarının altı çizilmelidir. Sıklıkla eğitimli-öğretimli insanlardan kaynaklandığı anlaşılan bu tepkilerin bu yönüyle de bir o kadar üzücü ve düşündürücü olduğunu belirtmek zorundayım.
“Sen bu işten ne anlarsın?” söyleminin tartışmayı sağlıklı bir sonuca ulaştırmamasının ötesinde akılcı ve bilimsel anlayışın kuşkuyla karşılanması sonucu doğurması da olasıdır.
Böylesi durumlarda bitmek bilmez tartışmalar aracılığıyla toplumun kafası daha fazla karışabilmektedir.
Halk Sağlığı ve Devlet
Vatandaşının sağlığını korumak devletin öncelikli görevi olduğuna göre aşı reddine fırsat veren yasal açıkların bir an önce giderilmesi de devletin ödevidir. Akılcı ve bilimsel anlayış gereğince çocukluk çağı aşılarının yaptırılmasını zorunlu kılacak şekilde yasal düzenleme yapılması aşı çevresinde kendisini gösteren asimetrik tartışmaları da sonlandıracaktır.
Halk sağlığının korunması bakımından son derece önemli olan bu adımın atılmasındaki gecikmeden kaynaklanacak olumsuzluklar yasama ve yürütmenin sorumluluğunda olacaktır.
Bu önemli halk sağlığı sorununa bu köşedeki Haziran 2019 tarihli yazımda da değinmiştim. Sorunun çözümü doğrultusunda adım atılmadığı gibi konuyla ilgili tartışma halkı yanıltma ve dolayısı ile halk sağlığını tehlikeye düşürme eğilimi taşıyacak boyuta erişti.