Beyin ölümü nedir?

Beyin ölümü; beyin, beyincik ve  beyin sapı fonksiyonlarının geri dönüşsüz yok olması durumudur ve tıbbi olarak ölümü ifade eder. Beyin ölümünün geliştiği durumda kalp, böbrekler, akciğer ve karaciğer solunum ve ileri yaşam desteği sağlandığında sınırlı bir süre daha fonksiyon gösterebilir, destekler sonlandırıldıktan bir süre sonra tüm organ fonksiyonları kaybedilir.Bu tablo bitkisel hayat/koma tablosundan oldukça farklıdır. Koma da beyin sapı fonksiyonları korunmuştur ve solunumsal fonksiyonlar ve hayati organ fonksiyonları hala beynin kontrolündedir.

Transplantasyon cerrahisindeki gelişmeler, beyin ölümünün erken tanınmasını önemli hale getirmiştir. Beyin ölümü tanımlanmasında tıbbi kriterler kullanılmakta, bu kararı verecek hekim ekibi, bu ekibin nitelikleri, kullanılacak klinik ve laboratuvar testler ülkeler arasında farklılıklar gösterebilmektedir. Ülkemizde “29.05.1979 tarih, 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli hakkındaki Kanun,

Madde 11 -12”ve 20.08.1993 gün ve 21674 sayı ile resmi gazetede ya-

yınlanan ‘Organ Nakil Merkezleri Yönetmeliği’ çerçevesince Harvard kriterleri kullanılarak kanıta dayalı tıp kurallarına uygun olarak kardiyolog, nörolog,nöroşirürjiyen, anesteziyoloji ve reanimasyon veya yoğun bakım uzmanından oluşan 4 kişilik hekimler kurulundan 2 hekimin oy birliği ile beyin ölümü onaylanarak tutanak tutulur ve hastayı takip eden hekimlerce hasta yakınlarına bildirilir.

Beyin ölümü tanımı, ilk kez 1959’da Mollaret ve Goulon tarafından mekanik ventilatör desteğiyle yaşamakta olan bir grup hastada “Le coma depasse (komanın ötesi)” adı altında

yapılmıştır.İlk kez 1968 yılında beyin ölümünü tanımlayan kriterler “Harvard Kriterleri” adı altında yayınlanmıştır.

Bu kriterlere göre; kraniyal sinirler ve beyin sapına ait reflekslerin olmaması(okülosefalik ve okülovestibüler refleks, kornea refleksi, öksürme ve öğürme refleksi gibi), 3 dakika ventilatörden ayırma durumunda hiç bir hareket ve spontan solunumun olmaması(anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanınca yapılan apne testi), teknik olarak iyi kaydedilen EEG’de en az 10 dakika düz EEG olması gerekmektedir. Beyin ölümü tanısını doğrulamada beynin biyoelektrik aktivitesi ve serebral dolaşım arrestini tespit eden yardımcı testler kullanılabilmektedir.

Bu süreçte beyin ölümünü taklit edebilen geri döndürülebilir hastalıklar, hipotermi, zehirlenmeler,santral sinir sistemi depressanı gibi ilaç alımları ayırıcı tanıda gözönünde bulundurulmalı, bu tip durumların olmadığı ispat edilmeli ve uygulanan testler 24 saat sonra tekrarlanmalıdır.

Organ ve doku nakli hizmetleri yönetmeliğinin 01.02.2012’de resmi gazetede yayınlanan maddelerine göre konulan tanı yeni doğanlarda, çocuklarda ve erişkin hastalarda farklılık göstermekle birlikte beyinde kan akımının yokluğunu gösteren EEG, doppler ultrasonografi, anjiografi veya PET-CT, SPECT gibi yardımcı testlerden biri ile desteklenmelidir.

Beyin ölümü gerçekleşmiş olmasına rağmen medulla spinalis aracılı refleksler hala var olabilir. Bu refleksler; derin tendon refleksleri, yüzeyel karın refleksleri, üçlü fleksiyon yanıtı olması , Babinski ve  “Lazarus işareti”dir. Bu işaret ekstremitelerde hafif abduksiyon/ekstansiyon hareketi,  başın 40-60o kalkması, kolları çekme veya sırt hareketlerini içerebilir. Gençlerde daha sık görülür ve yaşam varlığını göstermez.

 Benzer şekilde beyin ölümü tanısından sonra kalp bir süre daha fonksiyonlarına kasılmaya devam edebilir çünkü kalp beyinden bağımsız olarak kendi ritmini oluşturabilen bir organdır fakat desteklenmediği müddetçe bu atımların da sonlandığı gösterilmiş olup yaşam varlığını ifade etmemektedir.

 Yaşamının son dönemindeki hasta yakınının ziyareti sırasında yaşam varlığı şeklinde yorumlanarak umut kaynağı olabilecek bu yanıltıcı geçici otonom/refleks cevapların takip eden hekimince iyi değerlendirilip izah edilmesi gerekmektedir.