Cemil Taşçıoğu

Cemil Taşcıoğlu 1952 yılında Rize'de doğdu. Öğrenimini Çapa Tıp Fakültesinde tamamladıktan sonra ilk görev yeri olan Şanlıurfa'ya tayin oldu. Daha sonra Çapa Tıp Fakültesindeki görevine başladı. COVID-19 pandemisi sırasında Türkiye'de görülen ilk vakalara baktı. Bu muayeneler sırasında koronavirüs kaptı. Uzun bir süre tedavi altında kalan Taşcıoğlu, 1 Nisan 2020 tarihinde COVID-19 nedeniyle halatını kaybetti.

Durun durun! Sayfayı kapatmayın sıkıldınız değil mi? Ben de öyle, bu resmi yazışmalardan, bu prosedürlerden, bu biyografilerden ben de çok sıkıldım. Zaten bu nedenle önünüzdeki bu sayfa var oldu.

Bugün Cemil Taşçıoğlu kimdir diye internette uzun bir araştırma yapmaya çalıştım. Açtığım her sayfada yukarıdaki bilgilerin tekrarı dışında hiçbir şey görmedim. Sahi bu kadar mıydı Cemil Taşçıoğlu'nun yaşamı. Doğumu ve ölümü dışında hiçbir şey sığdıramamış mıydı ömrüne.

Bir yazımda bahsetmiştim rakamlar ilgilendirmiyor beni. Kimin hangi tarihte doğduğu, öldüğü, nerede yaşadığı bunlar benim işim değil. Ben işin insan tarafındayım. Ben hayatına  “hocaların hocası” unvanını alacak kadar çok şey sığdıran Cemil Hoca'nın tarafındayım.

Farz-ı misal bana sorsalar; Cemil Taşçıoğlu'na anlatır mısın diye. Hiç yan yana gelmiş olmamamıza rağmen şöyle başlarım cümleye: Nazım'ın şiirlerinde anlatılan bizden kahramanlardan biridir. Bazen elinde kılıcıyla yel değirmenlerine savaş açan, yüreği tam 400 okka çeken Don Kişot'tur. Bazen hiç tanımadığı insanlar için laboratuvarlarda ölebilecek kadar cesur bir kahramandır. Son nefesini verirken bile üzerimde tüm deneysel ilaçları deneyebilirsiniz diyecek kadar bilim aşığıdır. Bana sorarlarsa şayet bin yıl sonra bile 7 iklim, 7 bölgedir derim. Hastalarının kimlikteki adından önce yüzüne bakan, mesleğine aşık bir hekimdi derim. Mesleğindeki onca kaostan, iktidar mücadelelerinden, seçimlerden, ek ödemelerden, banka hesaplarına yatan meblağlardan yani rakamlardan çok daha fazlasıydı derim.

Rakamları sayıp, rakamlarla anmaya başladığımızda kaybediyoruz aslında görülmesi gereken asıl meseleyi. Her akşam önümüze gelen rakamlara bakıyoruz. Rakamların neyi ifade ettiğinin farkında olmadan. (Bu yazıyı yazarken bugünkü vaka rakamlarını paylaştı televizyon kanalları. Ve biz sadece rakamların artış hızını seyrettik.)

Her yıl aynı tarihte 29 Ekim'i kutlarız. Cumhuriyet'in bize getirdiklerinin farkında olmadan Arif Nihat şiirlerini okuyarak resmi ritüelleri yerine getiririz. Her yıl Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde mesaj yayınlar devlet erkanı fakat Lozan Antlaşması’nın imzalandığı masanın akıbetini bilmezler. Oysa Lozan'ın tarihinden daha önemlidir o masa. Canlı bir bellektir. Somut bir tarihtir aslında. Cumhuriyet'in ilan edildiği mikrofon nerede mesela. İlk göndere çekilen bayrak. Rakamlar yerine duygulara hitap etsek daha iyi anlaşılmaz mı kazanımlarımızın değeri.

Bana sorarsalar her yıl aynı tarihte bir gün anmak yerine, insanları esas duruşta devlet resmiyetiyle bekletmek yerine. Yurdumun her yerine müzeler açılmalı. Var olanlar tanıtılmalı. 29 Ekim'de şiir okuyan öğrencilerden kaçı haberdar Ankara'daki Cumhuriyet Müzesi'nden. Kaç tanesi biliyor meclisin ilk daktilosunun, Alpullu Şeker Fabrikası’nda üretilen ilk şekerin orada sergilendiğini. Hadi zamanımız yoktu gidemedik. Kaçımız şu süreçte sanal olarak da açık olan Cumhuriyet müzesini gezdik olsun. Sonra Lozan Müzesi açılsın İçinde Lozan'ın imzalandığı kalem, etrafında oturulan masa, İsmet Paşa'nın şapkası olsun. Mevhibe Hanım'ın eldivenleri. Açılmakla da kalmasın tanıtılsın. Yer yerinden oynasın. Tüm gazeteler kültür sanat sayfalarında manşetlere taşısın müzeleri. Kampanyalar düzenlensin. Çekilişlerde çamaşır makinesi yerine müze gezisi vaat edilsin. Tarih okutulmanın yanında yaşatılsın.

Sonra Cemil Taşçıoğlu adına sağlık şehitleri müzesi açılsın ÇAPA'ya. Ne mi konulabilir içine. Elbette müze küratörleri daha iyi bilir ama duyguların somutlaştığı nesneler konulabilir. Cemil Hoca'nın Lise defterlerini, üniversite kimlik kartını, okul yıllıklarını, pasosunu belki de harçlıklarını biriktirerek aldığı ilk stetoskop, yazdığı ilk reçeteyi, yayımlanan makalelerini, önerdiği kitapları... Kısacası ona dair olan, Hayatının bir bölümünde yaşamına renk katmış her şeyi.

200 yıl önce yaşanan veba salgınının bugün bize Stephan King romanları gibi fantastik gelmesinin nedeni o günleri hissedememiş olmamızdır. 200 yıl sonra bugünün, gerçeküstü bir hikaye gibi anlatılmasını istemiyorsak. Çocuklarını komşusuna bırakıp; cepheye koşan Fatma Hemşire'nin, babasını gözyaşlarıyla meslektaşına emanet edip; kendi hastasının başında bekleyen hekimin, üzerimde tüm deneysel ilaçları deneyebilirsiniz diyen Cemil Hoca'nın, Verilen bunca emeğin hakkı teslim edilsin istiyorsak bunun yolu müzelerdir. Müzelerde bu yılları yaşatmak verilen emeği, akıtılan teri bin sonraya bile aktarmaktır.

Müzeler bir ülkenin can damarıdır demişti Sunay Akın bir sohbetinde. 100 yıl sonra yine anlatabilmek istiyorsak bu kaotik ortamda sağlık çalışanların verdiği emekleri. Bunu Wikipedia'daki rakamsal bilgilerle yapamayız. Dokunmak, hissetmek, o anları tekrar yaşatmak istiyorsak bunu soyut kavramları somutlaştırarak yapabiliriz. Bunu bir ülkenin can damarını sürekli canlı tutarak yapabiliriz.

 

Etiketler
Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu