Bugün Marmara Üniversitesi olarak kullanılan binanın; ilk yapılış amacı Tıp Fakültesidir. İstanbul'un işgali sırasında İstanbul'a yerleşen İngilizler, tüm binalara el koymaya başlar. Bu binaların içinde Şimdiki Marmara Üniversitesi olarak kullanılan Tıp Fakültesi binası da vardı. İngilizler bu binayı kışla yapmak isterler. Tıp Fakültesinin müdürü Akil Muhtar Bey, zor da olsa tıp eğitiminin devamı konusunda İngilizleri ikna eder. İngilizler binanın tıp eğitiminde kullanılmasına izin verir. Fakat öğrencilerin sınıflarda ders görmelerini, yatakhaneleri kullanmalarını, resmi kıyafet giymelerini hatta tuvaletleri kullanmalarını yasaklar.
Dönemin Tıbbiyelileri bodrum katta hem ders görüyor, hem Anadolu'ya silah kaçırıyor, hem de Reşit Galip'in önderliğinde işgale karşı İstanbul'da dört adet miting organize ediyor. Dönemin Tıp Fakültesinde ders veren hocalardan birisi de Esat Şerafettin Köprülü. Botanik hocasının, okulun bahçesinde bir de çiçek bahçesi vardı. Bu bahçedeki çiçeklerin bir yaprağına bile öğrencilerinin dokunmasını yasaklamıştı Esat Şerafettin Bey. Esat Şerafettin Bey bir gün yatakhaneleri ellerinden alınmış, koridorlarda yatmaya çalışan Tıbbiyelilerin yanına gelir. Ve öğrencilerinin gözlerinin içine bakarak bahçedeki dokunmaya bile kıyamadığı bütün çiçeklerin koparılıp bir çelenk yapılmasını ister. Esat Şerafettin Bey: “Çocuklarım ellerinizle güzel bir çelenk yapın. Güzel bir karşılama yapalım. Çünkü bizimkiler İstanbul'a geliyor” der. Milli mücadele kazanılmış. Mustafa Kemal'in ordusu İstanbul'a girecektir. Tıbbiyeliler; el değmemiş çiçeklerden yaptıkları çelenge şu cümleyi yazar. Yaşa millet, yaşatanla beraber!
Kurtuluş savaşı sırasında Ankara Cebeci Hastane'sinin laboratuvarında salgın hastalıklara karşı aşı çalışmaları yapılmaktadır. Laboratuvar dedikse tabiri caizse ilkel bir bina. Aşı üretilecek ama bakteri yok. Bakteriler İstanbul'da. İşgal kuvvetleri tüm yolları kesmiş. İstanbul'a gidip, tekrar Ankara'ya dönmek çok riskli. Bu riski genç bir hekim üstleniyor. Adı unutulmuş, anmayı aklımıza bile getirmediğimiz o hekim. Dr. Arif İsmet Bey*. Arif İsmet Bey İstanbul'dan bakterileri alıp, Ankara'daki o laboratuvara getiriyor. Genç Tıbbiyeliler aşı çalışmasına başlıyor. Bu çalışmaların içerisinde Tıbbiyeli Hikmet de vardır. Aşı çalışmaları bitiyor. Aşılar hazır. Ama nasıl test edilecek, Bu kez yine aynı cümleyi kuruyor Tıbbiyeliler. Yaşa millet, yaşatanla beraber! Ve aşıları kendi üstlerinde test ediyorlar.
Milli mücadelenin ilk şehit hekimini biliyor muyuz? Dr. Üsteğmen İbrahim Daniş Bey. Cephede bir düşman kurşunuyla şehit olmuyor İbrahim Daniş. Milleti yaşatmak uğruna şehit oluyor. Evet, Kuva-yi Milliyecileri tedavi ediyor diye isyancılar tarafından katlediliyor İbrahim Daniş. Yaşatmak uğruna yaşam hakkını kaybetmeyi göze alıyor.
İnsanlığın tarihinden bu yana karşılaştıkları her savaşta aynı cümleyi kurmuştur sağlık ordusunun neferleri. Yaşa Millet, Yaşatanla Beraber! Vatan savunmasında cephenin arkasında yaralı bir askeri tedavi etmeye çalışırken; uyruğuna bakmadan yaşatmak için mücadele etmişler. Gölcük'te, Van'da, Elazığ'da, enkaz altında; adlarını bile bilmedikleri insanlar için yaşatma mücadelesi vermişler. Yerin 700 metre altında, göçük altında kalan madencilere nefes olmak için gözlerini kırpmadan girmişler o cehennem sıcağına. Laboratuvarlarda uyumadan, dinlenmeden yorulma nedir bilmeden çalışmış. Dillerinde hep aynı destan... yaşa millet yaşatanla beraber. Üstelik bunu çoğu kez millete rağmen yapmışlar.
En popüler tabirle tüm dünyayı esir alan bu salgın sırasında, tek düşünceleri yaşatmak olan sağlık çalışanları ölüyor. Her gün biri şiddete uğruyor, hakarete maruz kalıyor. Yazması bile inanılmaz derecede korkunç ama ölüyor. Ve sadece yaşatmaya çalıştıkları için ölüyorlar. İnsanlık için, insanlığa rağmen yaşatmak isterken ölüyorlar. Onlar yaşa millet derken, biz yaşatanla beraber diyemiyoruz. Onlar yaşatmak uğruna, kendi yaşam haklarını yok sayarken; biz migren ağrımızın on dakika daha fazla uzamasına dayanamayarak hepsini hedef gösteriyoruz.
Bir görüntü var beynimin bir tarafında... Sedyeleri barikat yapan sağlık çalışanlarının gözlerindeki korku duruyor zihnimin bir köşesinde. Ölmek istemiyoruz çığlıkları yankılanıyor. Onları öldürmek isteyenler, biraz önce tedavi ettiği hastanın yakınları. Aslına bakarsak. Başka bir şiddet olayına bile gerek yok. Sırf o görüntü yetmeli bize utanmamız için. Ama yetmiyor. Utanmıyoruz. Sıkılmıyoruz. Her gün ekranlarımızı işgal ediyor şiddet görüntüleri. Ve biz, bizi yaşatanları öldürüyoruz.
El değmemiş çiçeklerden yapılan çelengin üzerinde yazan destanı umursamadan, Cephede Kuva-yi Milliyeciler’i tedavi ettiği için katledilen İbrahim Daniş'ten utanmadan, aşıları kendi üzerinde deneyen genç tıbbiyelilerden sıkılmadan, günümüzde salgına karşı tek cephaneleri olan bilgilerini ve bedenlerini hiç düşünmeden ortaya koyan sağlık ordusunun her neferinden birazcık olsun ders almadan öldürüyoruz. Her gün yeni şiddet haberlerini normalmiş gibi yemek yerken, çay içerken kınama tenezzülü bile göstermeden seyrediyoruz.
Yalnız sağlıkta değil, toplumun tüm kesimlerinde şiddeti bitirmek için en sıkı önlemler alınmalı. Şiddet uygulama potansiyeline sahip olan kişiler en yüksek cezalara çarptırılmalı. Çünkü şiddet meyili bireysel bir reaksiyon değil, toplumsal infiale yol açma potansiyeli olan bir kişilik bozukluğudur. Hastanede bir hemşireyi azarlamaya kalkan kişiye ilk tepkiyi, şiddet uygulamaya kalkan kişinin eşi, kızı, oğlu, annesi, babası, kardeşi, arkadaşı kısacası ilişkisi olan herkes vermelidir. Çünkü şiddet meyli bir kurumla yahut kişiyle kalmaz. Şiddet meyli gösteren kişinin sosyal çevresindeki herkes risk altındadır. Tıpkı virüs gibi. Bir an önce önlem alınmalı. Önlem alınmalı ki; milleti yaşatanlar da, milletle beraber yaşasın.
* Yazıda geçen Dr. Arif İsmet Bey 1. Meclis’te görev alan değil, soyadı Çetingil olan Dr. Arif İsmet Bey'dir.
Teşekkür: Dr Arif İsmet Çetingil hakkında ki bu bilgiyi direkt mesaj olarak bana ileten Şair Sunay Akın'a çok teşekkür ederim.