Aralarında Fransız ressam Marcel Duchamp’ın da (28 Temmuz 1887–2 Kasım 1968) bulunduğu, dönemin sınırlayıcı kalıplarından bunalan bir grup sanatçı 1917'de “Bağımsız Sanatçılar” adıyla bir dernek kurdu. Dernek; kuruluşunun hemen ardından, “Jüri yok, ödül yok” mottosuyla büyük bir sergi düzenleyeceğinin duyurusunu yaptı. Bildiri afişinde, gönderilen tüm sanat eserlerinin herhangi bir jüri değerlendirmesine tabi tutulmadan alfabetik sırayla asılacağı bildirilmişti. Sergiye 1.235 sanatçı tarafından 2.125 sanat eseri gönderildi ve içlerinden sadece bir tanesi reddedildi; Fountain.
Duchamp sergiye göndereceği sanat eserini hazırlamak için evinden çıkıp, tuvalet malzemeleri satan bir dükkana gitti. Gözüne kestirdiği bir pisuvarı satın aldı, stüdyosuna götürdü, imzaladı ve sergiye gönderdi. Gönderdiği pisuvara, imzasını atmaktan ve Fountain (çeşme) olarak adlandırmaktan başka herhangi bir dokunuş yapmamıştı, üstelik onun üretim aşamasına da hiçbir şekilde dahil olmuş değildi. Onun Fountain’i, herhangi bir fabrikada sıradan bir üretim sürecinden geçmiş, diğer milyonlarca pisuvardan hiçbir farkı olmayan başka bir pisuvardı sadece.
Sergi komitesi verdiği sözü tutmadı ve Fountain’in bir sanat eseri olmadığını, dolayısıyla sergilenemeyeceğini belirtti ve eseri geri çevirdi. Bu olay, zamanın Dadaistleri arasında bir curcunaya sebep oldu ve Duschamp, Bağımsız Sanatçılar Derneği'nin yönetim kurulundaki görevinden istifa etti.
Elbette! Ünlü ressam bu protest tavrı daha önceden planlayarak göstermişti. Seçmiş olduğu obje; sanatsal kaygılardan uzak ve olabildiğince çirkin refleksleri anımsatan bir araçtı. Çünkü Duchamp retinal sanata inanmayan bir ressamdı. Daha da açacak olursak; sanatın yüzyıllardır gereğinden fazla abartıldığını savunuyor, bu bakış açısının sanatın değerini düşürdüğünü söylüyordu. Buna karşın yüzyıllardır gelen sanat akımlarını altüst ederek kendi sanat tanımını yaptı. Ona göre sanat yüreğe dokunan her şeydi. Bir grup sanat tarihçisine göre de Duchamp; dadaizm akımının kurucusudur. Kendi kurmuş olduğu dernek tarafından sergiye kabul edilmeyen Fountain eseri ise ölümünden 36 yıl sonra New York'ta yayımlanan The Blind Man isimli dergide Yirminci Yüzyıl'ın en önemli sanat eseri seçildi.
Peki Duchamp’ın yıllar önce protesto ettiği sanatsal akımları şu an yaşamımızın hangi alanlarına sirayet etti diye hiç düşündük mü? Ben düşünmemiştim! Ama; düşündüm.
Bulunduğumuz hafta yani 12 – 18 Mayıs Dünya Hemşireler Haftası olarak bilinmekte. Hemşireler belki de bu ülkede en çok onore edilen mesleklerin başında gelir. Bugün hala ailelerin çocukları için kurduğu hayallerde hemşirelik vardır. Hastaneye gideceğimiz zaman tanıdığımız bir hemşire varsa eğer kaygılarımız azalır, çok daha rahatlarız. Hep saygı duyar, dilimizde hep yüceltiriz hemşireleri. Annelerin çocukları için istedikleri eş adayı, garanti mesleklerin en güzelidir hemşirelik.
Ama diye başlamak zorundayım bir cümleye. Çünkü; bir cümleye ama ile başlarsak, önceki söylediklerimizin hiçbir anlamı yoktur. Unutun söylediğim tüm övgü dolu sözleri. Hemşireliği retinal bir meslek olarak gören başta yönetim kesimi olmak üzere herkesi şapkasını önüne koyarak düşünmeye davet ediyorum. Bu kadar yücelttiğimiz bir mesleğin mensupları ne kadar mutlu. Aldıkları maaş ile ay sonunu rahatça getirebiliyorlar mı? Çalıştıkları yerde üst yönetim baskısına kaçı maruz kalıyor. Kaç tanesi kağıda ben bir salağım yazmaya zorlandı? Kendilerini mesleki anlamda geliştirmeleri için yeterli oryantasyon alıyorlar mı? Yeteri kadar seminer, sempozyum, panel düzenleniyor mu? Kişisel hobilerini geliştirmek için zamanları var mı? Bunların kaç tanesine olumlu cevap verebiliyoruz. Neredeyse hiçbirine. Ama söze başlarken cephenin en önündekiler demeyi biliyor sahte bir manevi orgazm oyunu oynuyor. Yücelttikçe değerlerini düşürüyor, onore ettikçe haklarını daha çok gasp ediyor. Cephenin en önündesiniz derken; izinlerini iptal ediyor, hakları ödenmez deyip bu konuda gerçekçi davranıyor haklarını ödemiyoruz.
Geçen yüzyılın en önemli ressamı Marcel Duchamp haklı galiba; bir şey yücelttikçe değersizleştiriliyor aslında. Duchamp gibi; bu sisteme bir pisuvar hediye edip kara mizah minvalinde bir protestoya gerek yok. Zaten yaşamış olduğumuz yüzyılda bunu algılayamayacak yöneticilerin çokluğu yüzünden böyle bir tavır sergileyen sağlık emekçilerinin haklarını teslim etmek yerine iş akdi feshi yöntemi kullanılır.
Yaşadığımız yüzyılın en büyük şairi İsmet Özel şöyle diyor “Amentü” isimli şiirinde:
Bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler,
resmi mühür ve imza
Artık içinde bulunduğumuz bu kaotik süreci de göz önünde bulundurarak, hamaset dolu cümleleri bir kenara bırakarak. Sosyal medya hesaplarından özgü dolu sözler yazmaktan vazgeçerek somut adımlar atmalı sağlık yöneticileri. Toplumun kalbine bu denli dokunan bu meslek grubunu, bu kadar mutsuz etmeye kimsenin hakkının olmadığını en başta sağlık sisteminin en tepesindekiler anlamalı. Anlamalı ki dehalar yerine somut atılımlara ihtiyacımızın olduğunun, en azından bir şair kadar farkına varılmalı.
Son olarak her yüz hemşireden; 11'inin hayatında bir kere intiharı düşündüğü, 88'inin psikolojik şiddet gördüğü, 95'inin emeğinin karşılığını alamadığını düşündüğü, 73'ünün fiziksel şiddete uğradığı, 36'sının ek iş yapmak zorunda olduğu bir düzende HEMŞİRELİK HAFTASI KUTLU OLSUN.