Ameliyat masasından kalkmama ihtimalin dahi olsa güleceksin anlatılan bir Bektaşi fıkrasına demiş Nazım. Ciddiye alacaksın yaşamı. İşin gücün yaşamak olacak.
Varolduğumuz dönemin handikaplarından birisi de intihar güzellemeleri. Resimlerimizde, şiirlerimizde kısacası hayatımızın her anında karşılaşıyoruz bu intihar övünçleriyle. İntihar; yani hayatına kendi isteğiyle son verme güzellemesi edebiyatımıza özellikle 80'li yıllardan sonra, arabesk müziğin yaşantımızı esir almasıyla beraber girdi. Bu dönemden günümüze kadar sirayet eden bu düşünce ne yazık ki sosyal medyanın aktifleşmesiyle katlandı. Geçenlerde yazmıştım, sosyal medyada paylaşılan sahte şiirlerle iyice içinden çıkılamaz bir hal alan bu düşünce; bohemliği, uyuşturucuyu, bağımlılığı ve intiharı normalleştirmekte hatta övmekte. Birkaç yıl önce; bir sosyal medya mecrasında canlı olarak intiharını yayınlayan birine şahit olduk. Yaşayacak daha güzel şeylerin kalmadığından. Zor bir karar verdiğinden bahsediyordu. Altında yorumları okudukça irkildiğimi hatta korktuğumu hissettim. Vicdanlı, zeki insanlar için bu dünyanın bir cehennem olduğunu, ölmenin en iyi seçenek olduğunu tartışıyorlardı.
Elbette yaşamına son vermek bir insanın alacağı en zor karardır. Fakat, yaşamak; ölümü seçmekten daha erdemli ve meşakkatli bir seçenektir. Mücadele edebilmek, yel değirmenlerine karşı da olsa ümidini kaybetmeden direnmektir insanoğluna yakışan. Bizi diğer canlılardan ayıran yegane özellik bulunduğumuz ortamları güzelleştirebilmektir. Daha sıkı sarılmak sevdiklerimize, daha hızlı koşmak ve yorulduğumuzda bir bardak suyu dikebilmektir kafamızdan aşağı yaşamak. Hep Ruhi Bey'in nasıl olduğunu merak etmek, ıslak çimleri çıplak ayaklarımızın altında hissetmek, tutkulu bir öpücük kondurabilmektir sevgilimizin dudaklarına yaşamak. Bunun için mücadele etmektir. Ben pes ettim, deyip havlu atmak ise nefes alan hiçbir canlının tercih etmemesi gereken bir düşüncedir.
Yaşamanın temelinde yatan duygu ise mücadeledir. Ancak, mücadele edecek bir davası olanlar yaşamanın zor ama bir o kadar da tutkulu bir duygu olduğunu anlayabilirler. Yaşamanın nefes almaktan çok daha fazlası olduğu hazzına ulaşabilirler. Tutunacak bir dalı kalmadığı düşünenler ise ölümü nefesinin kesilmesi, kalbinin durması olarak düşündüğü için vazgeçme eşiğine tutunur. Fakat gökyüzünün gölgesinde yaşayan her canlının, yaşamak için nedenleri vardır. Daha çok şarkı söyleyebilmek bile bir nedendir mesela. Ya da daha çok hayat kurtarabilmek. Kurtuluş mücadelesini verirken yaşadığı onca zorluğa rağmen bir gün bile vazgeçme düşüncesi geçmedi Atatürk'ün zihninden. Ben yoruldum; artık, bu hayat benim için bir cehennem demedi ömrünün son nefesine kadar düşürmedi elinden kalemini Cemal Süreya. Son anına kadar merak etti yeni çıkacak filmleri, okuyacağı romanları Edip Cansever.
Artık öğreneceğim bir şey yok diyerek intihar meyilline girmek melankoliyle açıklanamaz sadece. Yaşamın her dakikasından öğrenecek çok şey olduğunun en büyük kanıtı değil midir zaman? Cemal Süreyya değil miydi; Kehanet şiirinde, Fransız İhtilali'nin sabahında Onaltıncı Louis’nin günlüğüne “bugün kayda değer bir şey yok yazdığını”* ortaya çıkaran?
Yaşamın neresinde olursak olalım, hangi zaman diliminde, hangi evrende, hangi kıtada. Söylenmemiş cümleler olduğu sürece; konuşmayı yeni öğrenen çocuk heyecanıyla hiç susmadan konuşacağız. Yazılmamış şiirler olduğu sürece; ilk kez şiir yazan amatör bir şair tutkusuyla önümüze gelen herkese şiirlerimizi okuyacağız. Keşfedilmemiş topraklar olduğu sürece; yeni yürümeye başlayan bir bebek gibi ne kadar düşersek düşelim aynı kararlılıkla kalkıp ilk adımımızı atacağız. Kalp atışlarımızın hızlandığını hissettiğimiz sürece, yaşamak umrumdadır diye bağıracağız. Hep daha ileriye gidebilmek için, daha güzel bir gökyüzü için yaşayacağız. Daha güzel bir gelecek için. Artık kıyıya vurmasın diye Aylan Bebek'lerin bedenleri yaşayacağız. Üstüne bomba yağmasın diye Hiroşima'da çocukların yaşayacağız. Son bulsun diye Filistin'deki vahşet, vicdanı olduğunu düşünen herkes yaşayacak. Ve siz hekimler, hemşireler, bilim insanları... Ölmesin diye kimse kanserden; laboratuvarlarda sabahlayacaksınız. Ama yaşayacaksınız.
Unutmayalım! İntihara övgünün sonuçları salt eylemi gerçekleştireni değil, tüm toplumu etkiler. Bir ülkenin, -hatta hiç sınır çizmeden tüm dünyanın- temelinin sağlam zeminlere oturmasının tek yolu vicdanı olanların yaşamasıdır. “Vicdanı olanlar için dünyanın bir cehennemdir” düşüncesini yıkmanın tek yolu varsa; bu da yaşamanın olabildiğince umrunda olmasıdır. Yaşamak umrumuzda olmalı! Ümidi kalmamak, bir beklenti sahibi olmamamak hayatın matematiğine aykırıdır. Kimse, hayatına son verdiği için kahraman olmaz, kimse ölmeyi seçtiği için yüzyıllar boyu övgüyle anılmaz. Düşününce hayattaki en büyük şansımız, hayatın kendisinde var olmamızdır. Etimizle, kemiğimizle başka hiçbir şey olmasa bile, bu dünyada var olmak bunu hissetmek, bunu yaşamak başımıza gelen en güzel şeydir. Hiç düşündünüz mü? Hemen şimdi düşünün. Ya hiç olmasaydınız? Etinizle, kemiğinizle, isminizle, varlığınızla ya hiç olmasaydınız. Düşünmesi bile ürkütücü. İyi ki varız. Sesimizin çıktığı kadar bağıralım öyleyse... Yaşamak umurumdadır.
* Fransa Kralı XVI. Louis’in Fransız Devrimi patlak verdiğinde günlüğüne “bugün kayda değer bir şey yok” yazmamıştır. XVI. Louis, Bastille Baskınının gerçekleştiği 14 Temmuz 1789 günü günlüğüne Fransızca “rien” yani “hiçbir şey” yazmıştı. XVI. Louis’in aldığı bu not katıldığı avda hiç hayvan yakalayamadığını yansıtmaktadır, Fransız Devrimi’nden bihaber olduğunu değil. Cemal Süreya’nın 18 Aralık şiirindeki “Olur mu anımsamamak Onaltıncı Louis’yi / 14 Temmuz 1789 akşamı, Louis / Şöyle yazmamış mıydı defterine: / “Bugün kayda değer bir şey yok” dizelerinde “bugün kayda değer bir şey yok” çevirisi yer almaktadır. Cemal Süreya’nın bahse konu dizelerinin Fransa Kralı’nın günlüğüne aldığı “hiçbir şey” notunun “bugün kayda değer bir şey yok” olarak algılanmasının sebebi olabileceği düşünülmektedir.