Chicago'lu şekerleme fabrikatörü, piyasaya sunduğu yeni ürününe, ABD başkanı Cleveland'ın yeni doğan kızı Ruth'tan etkilenerek, ''Babe Ruth'' adını verir. Babe Ruth, üstü çikolata kaplı çubuk şekerlerdir. Firma, ürünün tanıtımı için reklam şirketi ile anlaşır. Reklam kampanyası olarak, kağıttan yapılma küçük paraşütlere bağlı ''Babe Ruth'' çikolataları uçaktan halkın üstüne atılacaktır.
Reklam firmasının sahibi, bir arkadaşının evini ziyarete gittiğinde yeni aldığı reklam işini anlatır. Sohbete kulak misafiri olan evin çocuğu Paul, çikolataları uçaktan atmayı çok istediğini söylese de, babası bunu tehlikeli bulur ve izin vermez. Reklam kampanyasında bir çocuğun kullanılması fikri hoşuna giden Davis, güç olsa da arkadaşını ikna etmeyi başarır. O günden sonra, bir uçak sesi duyan halk gökyüzüne bakmakta ve 12 yaşındaki Paul'un pilot kabininin penceresinden attığı çikolataları kapışmaktadır...
Aradan yıllar geçer ve Havacılığı uçaktan çikolata atmakla seven Paul Tibbets adlı o çocuk pilot, bu kez Japonya semalarında görünür. Japon çocukları da yukarıdan çikolata yağacak düşüncesiyle gökyüzüne baktılar mı bilinmez ama pilot Paul, bu kez Japon çocukların üstüne “Little Boy” isimli atom bombasını bırakır. (Bu olayı daha detaylı olarak okumak isteyenleri “Sunay Akın'ın Geyikli Park” kitabına yönlendirip biz günümüze dönelim.)
Yunan Mitolojisine göre çocuklarının iktidarı elinden alacağından korkan Satürn kendi öz evlatlarını diri diri yer. Bu miti Francisco Goya, 1821 yılında resmeder. Sanat tarihinde önemli bir yer tutan bu tablonun adı Çocuklarını Yiyen Satürn'dür. Resim günümüzde Prada Müzesi'nde sergilenmektedir.
Vahşi kapitalizmin dış dünyayla ilişkisi tam olarak bu iki paragraf gibidir. Kendi çocuklarına gökyüzünden çikolata gönderen vahşi kapitalizm, başka çocukların üzerine atom bombası yağdırmaktaydı önce. Bugün ise Vahşi kapitalizm daha da vahşileşmiş. Tam anlamıyla, iktidarını sürdürmek için kendi öz evlatlarını yiyen hatta kendi organlarını parçalayan bir canavara dönüşmüştür artık.
Vahşi kapitalizmin gerçek yüzü bu salgınla beraber iyice gün yüzüne çıkmıştır. Kapitalizmin merkezi olarak görülen ABD'de en acil vakalarda bile, eğer sağlık sigortasına sahip değilsen, hiçbir tedavi hizmetinden faydalanamıyorsun. Tüm ilaçların yüksek fiyatlarla temin edildiği, özel sağlık sigortasına sahip olmayanların basit bir ayak kırılmasında dahi 15 bin dolarlık faturalar ödemek zorunda kaldığı bu kapitalist sistemde kutsal olanın insan hayatı olmadığı aşikar. Peki Avrupa'da durum farklı mı? Salgının ilk aylarında medyada yer alan haberler hepimizin malumu. Yoğun bakım odalarında yer kalmayan hastaneleri her gün defalarca okuduk. Bu kez kapitalizm Goya'nın eserinde olduğu gibi kendi öz evlatlarını yemeye devam ederek Yoğun bakımlar da yaşlı diye tabir edilen hastalar yerine, yaşı daha genç olanlar kabul edilmeye başlanmıştı.
Ülkemizde ise temeli Cumhuriyet'in ilanıyla atılan sağlık reformu sayesinde ilaçlar, acil durum hizmetleri hatta tüm sağlık işlemleri neredeyse ücretsiz. Bunun yanında hamurunda kapitalizm olmayan, her zaman insani yönü ağır basan Cumhuriyet çocuklarının mesleki yönetmeliğinde yer almamasına rağmen gösterdikleri üstün gayret de çabası. Hiçbir hekimin, acil bir durumda, karşısındaki hastanın sağlık güvencesini sorguladığını göremezsiniz bu ülkede ya da bir hemşirenin benim işim değil diyerek sıyrıldığını. Her ne kadar sistemin acımasızlığını hissettiğimiz anlar olsa da insanların birer robot gibi davrandığına şahit olamayız bizim sağlık camiamızda. Çünkü bu insanlar Tıbbiyeli Hikmet'in, eğitimini Almanya'da görmesine rağmen ülkemin bana ihtiyacı var diyerek koşa koşa ülkesine dönen Safiye Ali'nin, dünyaya aşı gönderen Hıfzısıhha enstitüsünün kurucusu Refik Saydam'ın, Çanakkale'de son morfini oğluna değil de, hayatta kalma umudu daha fazla olan bir askere uygulayan hekimin, farkında olarak girdiler bu mesleğe. Çünkü bu insanlar için bu meslek ay sonunda banka hesabına yatan meblağdan çok daha fazlası. Çünkü bu insanlar için dünyadaki en kutsal şey insan hayatı.
Umarım kendi öz evlatlarını yiyen Satürn Goya'nın tablosundaki bir resim olarak kalır. Ve bir daha hiçbir çocuk gökyüzünden çikolata beklerken can vermez. Ve hiçbir ideolojinin, hiçbir düşüncenin, hiçbir dinin ve miktarı ne kadar olursa olsun paranın insan hayatından daha önemli olmadığı düşüncesi tüm dünyaya håkim olur.