Bir ömür yalnızlık

Marquez, Yüzyıllık Yalnızlık adlı romanında yalnızlık lanetinden kurtulmak için hızla çoğalan 5 kişilik bir aileden bahsetmiştir. Ailenin lanetten kurtulmak için önce bir kasabaya göç etmelerini, daha sonra ise hızla çoğalmalarını konu alan bu kitapta hızla çoğalan aile aslında daha fazla yalnızlaşmaya başlar. Bu da günümüzde sıkça duyduğumuz bireysel yalnızlaşmanın kendisidir aslında.

Tarih boyunca birçok sanat eserine konu olan yalnızlığı, insan teması dışında işleyenlerden biri de İspanyol ressam Francisco Goya'dır. Goya, ismi daha sonradan koyulan “Bir Köpek” isimli tablosunda sadece başı görülen bir köpeği resmetmişti. Resmi ünlü fuarlarda yüksek ücret karşılığında satmak isteyen bir banker, resmi kimse almayınca Prada Müzesine bağışlamıştı. Peki bu kadar ünlü bir ressamın tablosu neden satılmadı, Neden kimse bu tabloya para ödemek istemedi. Nedeni basitti aslında. Herkes tablonun bitmediğini düşünüyordu. Bakınca tabloda eğimli bir arazi üzerinde nereye baktığı belli olmayan bir köpek dışında hiçbir şey yoktu.  Daha sonra kimi eleştirmenler tablonun, yalnızlıktan korku içerisinde kalan, terk edilmişliği içselleştirmiş bir köpeği tasvir ettiğini söylemişlerdir. Aslında tablonun yarım kaldığının zannedilmesinin sebebi bu, Yalnızlık yarım kalmışlık hissettirir.  Usta şair Attila İlhan ise bir dağ başına benzetmiştir yalnızlığı. Herkesin bildiği bir yer, ne kadar yalnız olabilir. Peyami Safa 9. Hariciye Koğuşu kitabında hayatını hasta yatağında, tavana bakmakla geçirmiş bir genci anlatır. Kitabın kahramanı yalnızlıktan histerik duygulara kapılmış. Lüzumundan fazla  bir melankoli  yaşamaya başlamıştır. Dünyanın bütün tavanlarına lanet olsun” diyerek yaşadığı travmayı bize aktarmaya çalışmıştır.

YALNIZLIK
Fotoğraf Gürbüz Doğan Ekşioğlu'na aittir

Peki, nedir gerçek yalnızlık.  Bunların hepsi mi? Yoksa Hiçbiri mi? İlkinde yalnızlık lanetinden kurtulmak için hızla çoğalan, çoğaldıkça yalnızlaşan bir aile, ikincisinde ise etrafında hiç kimse olmayan, tamamen terk edilmiş bir köpek. Yalnızlık tamamen terk edilmek midir? Yoksa bireyin kendi kendini yalnızlaştırması mı?

Tüm dünya bir yıldır olağanüstü bir durum yaşıyor. Herkes evlerine hapsolmuş, kendini izole etmiş durumda. (En azından öyle olduğunu varsaymak istiyoruz.) Kiminle konuştuysam aynı serzenişte bulunuyor. Yalnızlıktan çıldırmak üzereyim.  O kadar korkuyoruz ki yalnız kalmaktan. Yalnız kalacağını düşündüğü için pozitif olduğunu saklayan insanlar gördük. Hatta hastaneden kaçanları. Sağlık çalışanı olduğunu sakladığını söyleyen birini okumuştum. Neden saklıyorsun sorusuna çünkü yeni tanıştığım hiç kimse benimle görüşmek istemiyor. Herkes korkuyor demişti.   Kendisinin de yalnızlıktan korktuğunu anlatarak.  Öylesine işlemiş ki zihnimize bu korku yalnız uyumak, sofraya yalnız oturmak, en kötüsü de yalnız ölme duygusu en büyük travmamız olmuş.

Küçük bir ilçede çalışan bir sağlık personeli arkadaşımla konuştum geçen gün. Söylediklerini noktasına, virgülüne dokunmadan aynen aktarıyorum. “Hastaların en büyük korkusu yalnızlık, hissettikleri tam anlamıyla terk edilmişlik duygusu. O kadar ki, yalnızlaşan insanlar en temel temizlik gereksinimlerini dahi karşılamıyorlar. Örneğin sabah kalktıklarında yüzlerini bile yıkamıyorlar. Komuta denen tuvalet gerecini kullanmaktansa bez takmayı tercih ediyorlar. Nasıl olsa yalnızım kim görecek duygusu hakim.” Bu gözlem bana okuduğum “Körlük” kitabını hatırlattı. Herkes yan yana olmasına rağmen kimse birbirini görmediği için aslında herkes yalnızdı. Ve yalnızlaşan insanlar hijyeni, ahlaki değerlerini bir kenara bırakarak yaşamaya başlamışlardı.

Bir yıl öncesine gidelim. Günlük koşuşturmalarımızda her yere ve her şeye koşar adım yürüdüğümüz günlerden daha mı fazla yalnızız. Bir sonraki asansörü bekleyecek kadar bile zamanımız olmadığında daha mı az yalnızdık. Kendimizi ne kadar tanıyor, ne kadar dinliyorduk. En son ne zaman Mehmet Akif'in Seyfi Baba'sıyla sohbet ederken yakalamıştık kendimizi. Ve en son ne zaman bugünkü kadar heyecanla beklemiştik yeni çıkacak olan bir kitabın basım tarihini.

Marquez “Yüzyıllık Yalnızlık” demişti ben bir ömür yalnızlık demek istiyorum. Çünkü bazen daha uzun bir süredir kendine yalnız geçen bir ömür 'Yüzyıllık Yalnızlık'tan.  Tanımadığımız sürece kendimizi ne kadar hızlı çoğalırsak çoğalalım, isterse herkesin bildiği bir dağ başı olalım hep yalnızızdır. Yalnızlığımızı perdelemek için sarılırız koca koca unvanlarımıza, kendimize benzemeyen dostlarımıza. Oysa ayağımıza batan bir kıymık bile hatırlatır bize yaptığımız her eylemin sonuçlarına yalnız kendimizin katlanacağına. Yalnız bizim canımızı yakar o kıymık. Unvanlarımız değil yalnız kendimiz alırız ilk yudumu kahvemizden günün ilk ışığında. Kurtulmak için bir ömür sürecek o yalnızlıktan kendimizi tanımaktan başka çaremiz yok.

Marquez de haklı, Francesco Goya da kendini tanımadığı her yerde yapayalnızdır insan aslında. Bu herkesin bildiği bir 'dağ başı' olsa da!

 

 

YENER AKSOY 

Etiketler
yalnızlık