İnsanlık tarihi varoluşundan bu yana birçok sorunla karşılaşmış olsa da temelde yaşamsal varlığını tehdit eden üç büyük sıkıntı ile karşı karşıya kalmıştır. Savaşlar, açlık/kıtlıklar ve bulaşıcı/salgın hastalıklar. Her üç durum da toplum sağlığı oldukça olumsuz yönde etkilemiş ve yüz binlerce insanın yaşamlarının sona ermesine neden olmuştur. Antik Çağ Mısır’ından Orta Çağ Hindistan’ına 20. yüzyıl Çin’ine kadar bütün tarihsel süreçler boyunca insanlığın mücadele etmesi gereken sorunların başında bu üç sorun olmuştur. İnsanlık neyse ki bu sorunlarını bertaraf edebilmek için birçok alet, ilaç, kurum ve sosyal yapılar oluşturarak 21. yüzyıl modern ve gelişmişlik düzeyine varabilmiştir. Ancak tarihin çok arka sayfalarında kaldığını düşündüğümüz salgın hastalıklar 21. Yüzyılın başında hiç beklemediğimiz bir zamanda kapımızı çalmış, yüzyıllar içinde insanlığın hayat boyu geliştirdiği basit dahi olsa tecrübe, bilgi ve deneyimleri tekrar tekrar hatırlamamıza vesile olmuştur. Yaşadığımız bu çağın onca ihtişamına, neredeyse dünyayı küçük bir köy haline getirebilmemize rağmen, gözümüzü uzayın derinliklerine dikip yeni dünyalar arama çabasında iken yeniden bir virüsün yol açtığı yıkıcı bir salgın hastalıkla karşı karşıya kalınmıştır. Yüz yıllar önce insanlığın geliştirdiği salgın hastalık mücadele yöntemleri bu pandemi döneminde de elbet kullanılmış ancak en önemli kurtuluş aracımızın 20. Yüzyılın en önemli halk sağlığı buluşu olan aşılar olduğu gerçeği bir kez daha kendini ortaya koymuştur. Tam da aşı karşıtlığı ve kararsızlığı söylemlerinin yükseldiği bir dönemde bu pandemiden çıkış umudumuzun da bu virüse karşı geliştirdiğimiz aşı ve bağışıklama çalışmaları olduğu aşikardır. Dünyanın geldiği son dönemeçte görülmektedir ki koruyucu sağlık hizmetleri ve özellikle bağışıklama çalışmaları önemini giderek arttırmıştır. Hastalığı tedavi etmenin zor ve pahalı ancak kişiyi ve toplumu korumanın hem ucuz hem de daha kolay olduğu tekrar anlaşılmıştır. Özellikle de salgın hastalık ile mücadele, kişileri tedavi ederek değil ancak kaynağında önlem almakla mümkündür.
Bir yıldır tüm dünyanın içinde bulunduğu pandemi süreci koruyucu sağlık hizmetlerinin önemini bir kez daha anlamamıza yol açmıştır. Bu hizmetlerin önemini henüz Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan Gazi Mustafa Kemal Atatürk de fark etmiştir. Milli Mücadele’nin temellerinin atıldığı zamanlarda 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarken Atatürk’ün yanında olan üç tıbbiyeliden biri halk sağlığı alanında önemli bir hocamız olan Refik Saydam’dır. Modern tıp eğitiminin başlangıcı elbette 14 Mart 1827’de (Biz her yıl bu tarihi tıp bayramı olarak kutluyoruz.) Sultan 2. Mahmut’un Mekteb –i Tıbbiye-yi Amire’yi kurması ile olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de aşılama ve halk sağlığı çalışmaları başlamış olsa da, bu alanda önemli gelişmeler Cumhuriyet Döneminde gerçekleşmiştir.
“Ulusun tüm bireylerinin sağlıklı olmaları için sağlık koşullarını gerçekleştirmek, devlet durumunda bulunan siyasal kuruluşların en birinci görevidir.” diyen Mustafa Kemal Atatürk sağlık hizmetlerini devletin en öncelikli görevleri arasına koymuştur. Cumhuriyet döneminde halkın sağlığı en önemli unsurlardan biri olarak ele alınmış ve TBMM’nin açılışı ile 3 Mayıs 1920’de yürürlüğe giren üç kanunla Sağlık Bakanlığı kurulmuş ve ilk Sağlık Bakanı Dr. Adnan Adıvar olmuştur. Hiç vakit kaybedilmeden sağlık alanındaki mücadele tüm zorluk ve yokluğa rağmen başlatılmış ve sürdürülmüştür. Bu başlatılan sağlık atılımının bir halk sağlığı hizmeti taşıması planlanmıştır. Bakanlıkla belirlenen temel görev doğrultusunda koruyucu sağlık hizmetlerinin yürütülmesi için Hükümet Tabipliği ve Sağlık Müdürlüğü kurulmuştur. Yoksul hastaların Hükümet Tabipleri tarafından ücretsiz tedavisi ön görülmüştür.
Cumhuriyetin ilanından sonra Dr. Refik Saydam Sağlık Bakanı olmuş ve koruyucu sağlık hizmetlerini ön planda tutarak 1219 sayılı “Tababet ve Şuabatları Sanatlarının Tarz-ı İcrasına Dair Kanun” ile 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu gibi halen yürürlükte olan kanunları çıkartarak o dönemin önemli sorunlarını teşkil eden sıtma, verem ve frengi gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadeleyi başlatmıştır. Bu mücadelede 24 Mayıs 1928’de kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü çok önemli görev almıştır. Zira bu kurumun temel amacı koruyucu sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi ve geliştirilmesine yönelik her türlü bilimsel, teknik araştırma ve incelemeleri yapmaktır. Her türlü yokluk ve sıkıntılara rağmen Cumhuriyet yönetimi ile kırsalda yaşayan halk için yeni bir dönem başlatılmıştır. Nüfusa ve hizmetin durumuna bakılmaksızın her ilçeye bir hükümet tabibi atanmıştır.
1961 yılında Sayın Nusret Fişek hocamızın öncülüğüyle 224 Sayılı Sağlıkta Sosyalizasyon diye adlandırdığımız Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Kanunu ile sağlık hizmetlerinin sürekli, yaygın ve entegre biçimde karşılanması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda da sağlık evleri, sağlık ocakları, ilçe ve il hastaneleri açılmıştır. Özellikle kırsal bölgelerde bu yapılanma başarılı sonuçlar almasına rağmen 1960 yıllarda kırsaldan kentlere büyük göçlerin yaşanması ile yeterince şehir yapılanmasını oluşturamamış ve kentsel alanda istenilen başarıyı sağlayamamıştır.
1980’lerde liberal akımlarla birlikte ifade edilmeye başlanan değişimler 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı ile hayata geçmeye başlamıştır. 16 Kasım 2002’de açıklanan acil eylem planı kapsamında Herkese Sağlık adı altındaki sağlık yapılanmasında aile hekimliğine geçiş ve koruyucu hekimliğin yaygınlaştırılması, anne ve çocuk sağlığına önem verilmesi gibi maddeler ön plana alınmıştır.
2010 yılından itibaren tüm ülkede uygulamaya konulan aile hekimliği sistemi ile birinci basamak sağlık hizmetleri topluma yönelik ve bireye yönelik olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Topluma yönelik hizmetler önce Toplum Sağlığı şimdi Halk Sağlığı Müdürlükleri ile kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetler ise aile hekimleri tarafından yürütülmektedir.
Koruyucu sağlık hizmetlerinde aile hekimliği sistemine geçildiği günden beri sıkıntılı ve zorlu süreçler yaşanmış olmasına rağmen ülkenin sağlık verilerinde hiç de küçümsenemeyecek başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Bu sistemde de yine bireye ait tüm koruyucu sağlık hizmetlerinin yanı sıra tedavi ve takipleri de, kişinin kayıtlı olduğu aile hekimi ve aile sağlığı çalışanı (ebe, hemşire vb.) aracılığıyla ücretsiz olarak sunulmaktadır.
Geçtiğimiz son yılda yaşadığımız ve önümüzdeki yılda da devam edeceği anlaşılan bu pandemi süreci elbette yine aklın ve bilimin ışığıyla, her alanda görev yapan hekim, hemşire, ebe ve tüm sağlık çalışanları sayesinde atlatılacaktır. Bu süreç bize koruyucu sağlık hizmetlerinin, aşılama çalışmalarının bir toplumun bugünü ve geleceği için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiştir. Birinci basamak hizmetleri her dönem her yüzyılda önemi korumuş ve toplumların gelişmişlik düzeylerinde göz ardı edilmemesi gereken bir unsur olmuştur. Ülkemiz gelecek dönem sağlık politikaları oluşturulmasında ve uygulanmasında da koruyucu sağlık hizmetlerine gereken değerin verilmesini temenni etmekteyiz.
AİLE HEKİMİ DR.EMİNE ÖZDEN GEZER
Kaynaklar:
- Saltık A. Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri Tarihçesi.
- Fişek N. Atatükçülük ve Sağlık Politikamız.
- Kars H. Z. Ve Eren N. Refik Saydam‘ın koruyucu tıp ve halk sağlığı mesleği anlayışının kökeni
- www.ahmetsaltik.net
- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri ( T.T.K Ankara 1985)