Biyolojik Savaş

Biyoteknolojinin gelişmesi ile birlikte patlayıcı, yaralayıcı silahlar yerini daha az gürültülü, sinsi, ama aynı ölçüde yıkıcı silahlara bıraktı.

Biyoteknolojinin gelişmesi ile birlikte patlayıcı, yaralayıcı silahlar yerini daha az gürültülü, sinsi, ama aynı ölçüde yıkıcı silahlara bıraktı. Hastalık taşıyıcısı sivrisinekler, zehirli mermiler, hayvanlardan insana taşınan çeşitli virüsler ve biyolojik silah üretmek amacı ile çalışan yirmiden fazla ülkede binden fazla laboratuvar... İlaç araştırmaları yapan bazı laboratuvarların aynı zamanda biyolojik silah üretmek için de faaliyet gösterdikleri ve bu deneylerde yalnız farelerin değil, insanların da kobay olarak kullanıldığı bilinen bir gerçek.

Bu iddialara bir kanıt, Gürcistan’da ABD tarafından inşa edilen 'Richard Lugary Halk Sağlığı Araştırma Merkezi'nde ölümcül testler yapıldığını iddia eden Rusya’dan geldi. Açıklamayı ise Gürcistan eski ulusal güvenlik bakanı Igor Giorgadze yaptı. Adı geçen laboratuvarda hepatit kaynaklı olduğu kadar, nedeni bilinmeyen ölümlerin sayısının da azımsanmayacak ölçüde olduğu bildirildi.

Biyolojik silahlar geçmişi, insanlık tarihinde çok eskilere dayanıyor. Eski çağlarda hastalık nedeni ile ölen hayvan ya da insan bedenleri ile genellikle düşmanın su kaynaklarını kirletme yöntemini uygulayarak düşman bölgelerine attıkları Tularemili cesetlerle hastalığı yaymayı başarmışlardır. İskitli okçular, hastalık nedeni ile ölenlere batırdıkları okları düşmanlarına atarak ilkel bir biyolojik savaş taktiği uygulamışlardır.

Biyolojik silah olarak kullanılan etkenler pek çok ülkenin elinde bulunmaktadır. Bunlardan en ilginci, dünyada aşı programları sayesinde ortadan kalkan çiçek virüsünün ve bu hastalıktan koruyacak aşıların halen bazı ülkelerdeki belli sayıda tıbbi merkezde saklanmasıdır. Bunların biyolojik silah olarak kullanılma olasılığı bulunmaktadır. ABD, değişik adlar altında biyolojik etkenleri kullanmak üzere pek çok program üzerinde çalışmaktadır. Küba, 1972 yılında ABD'yi CIA üzerinden 500 bin domuzun ölümüne neden olan domuz ateşi virüsünü yaymakla suçlamıştır. Washington Post gazetesi, ABD'nin Küba’ya karşı olan biyolojik savaş planını açıklamıştır.

ABD’DE KİTLE DENEYLERİ

ABD 1941 yılında İkinci Dünya Savaşı'na dâhil olunca, Washington’da yapılan bir toplantıda İngilizler'in ABD'den biyolojik silah istemleri konuşulmuştur. Bu sırada İngilizler'in Qruniard adlı İskoç adasında şarbon basili ile ilgili hayvan deneyleri yaptıkları; havaya verilen şarbon basilinin rüzgâr yönüne yerleştirilen koyunlarda ölümcül etkisi olup olmadığının araştırıldığı bilinmektedir. Franklin Roosevelt, 1943 yılında biyolojik savaş programının hayata geçirilmesini emretmiş ve Maryland'da Fort Detrick adlı merkezde maymunlar ile fareler kullanılarak çalışmalara başlanmıştır. Bu yıllarda Japonlar da benzeri amaçlara yönelik biyolojik silah araştırmaları yapmaktaydı.  Bölük 731,1937-1945 yılları arasında Çin’in Japon işgalinde olan Pinfang bölgesinde Japon General Shiroİshii tarafından yürütülen ve 3 bin kişinin birim içi deneylerde, yaklaşık 12 bin kişinin de açık alan deneylerinde ölmesine neden olan Japon Biyolojik Savaş Programı Merkezi'nin adı idi. Bölgedeki Çinli köylüler toplanarak, şarbon ve veba deneylerinde kullanılıyordu. Hasta denekler cam kafesler içinde ölene dek gözleniyordu. Bu deneyler ABD'nin dikkatini çekmiş; ShiroIshii ile kendisi ve çalışanlarının savaş suçundan muaf tutulacağına dair yapılan bir anlaşma karşılığı deney verilerine sahip olmuştur. Bu bilgileri zaman içinde yetersiz bulan ABD, Utah'ta gönüllü kişiler ve maymunlar üzerinde denemelere başlamış ve biyolojik silahların taktiksel olarak ölümcül olmayan; ancak süregen hastalığa neden olan mikroorganizmalardan seçilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Chicago gibi kalabalık kentlerde zararsız mikroorganizmalarla kitle denemeleri yapılıyor; bir yandan da halk Sovyetler'den gelecek tehlikelere karşı uyarılıyordu. Şubat 1969'da yüzlerce koyunun sinir gazı nedeni ile ölümü haberi üzerine, hükümet kimyasal silah ürettiğini kabul etti. Aynı yıl kasım ayında Başkan Richard Nixon, bu tür çalışmaların durdurulduğunu açıklamak zorunda kaldı.

ULUSAL SAVUNMA

Sömürgeci ülkeler, çalışmalarını üçüncü ülkelere kaydırarak sürdürmektedir. Dünya Sağlık Örgütü, Ukrayna’yı ülkede faaliyet gösteren mikrobiyoloji laboratuvarları konusunda uyarmıştır. Nedeni büyük olasılıkla maymun çiçeğidir. Yine Rusya, Amerika Birleşik Devletleri'ni Nijerya’da maymun çiçeği virüsü çalışmaları konusunda suçlamaktadır.  Biyolojik savaş etkenlerinin hastalık kaynağı olması kadar, psikolojik harpte de önemli bir yeri vardır. Yukarıdaki örneklerde görüleceği gibi ABD, kendi biyolojik savaş çalışmasında Rusya devletini rahatça suçlayabilmektedir. Bu alanda akılda tutulacak bir başka sorun da salgın tehlikesi karşısında ülkelere uygulanan psikolojik baskı nedeni ile ülke ekonomilerinin bozulmasıdır. Batılı ülkelerin, tüm uyarılara karşın çalışmalarına devam ettiği bilimin bu karanlık alanıyla ilgili yapılacakları belirlerken ve kurulacak kurumları oluştururken, hiçbir dış etki altında kalmadan ulusal bilimin egemen olduğu özerk bilimsel alanlar kurulmalıdır. Biyolojik savaşın en önemli kurumlarından biri olan propaganda açısından önem taşıyan kitle iletişim araçları konusunda düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Aşı özellikle, çiçek aşısı stokları gözden geçirilmeli, aşı üretimi konusunda önlemler alınmalıdır. Haritalara bakıldığında kuşatılmışlığın rahatça görüleceği ülkemizin de biyolojik savaş saldırılarının bir hedefi olabileceği akılda tutulmalı ve bu duruma göre izlem geliştirmelidir.

SAVAŞIN BİYOLOJİK ARAÇLARI

Biyolojik silah olarak kullanılan etmenlere kısaca bir bakalım.

Şarbon: Kuluçka süresi genelde 1-6 gündür. Belirti ve şikayetler ateş, yorgunluk, öksürük, sesli ve ciddi solunum sıkıntısıdır. Ölüm 24-36 saat sonra olur.

Brusella: Hastalık ortaya çıktığında ateş, baş ağrısı, kas, eklem, sırt ağrıları, terleme ayrıca depresyon, mental durum değişiklikleri vardır. Ölümler yaygın değildir.

Veba: 1-6 günlük kuluçka süresinden sonra başlayarak yüksek ateş, titreme, baş ağrısını takiben kanlı balgamlı öksürük, ilerleyen solunum güçlüğü, zorlu ve sesli solunum, morarma ve sindirim sistemi ile ilgili şikayetler vardır. Ölüm solunum ve dolaşım yetmezliğinden ya da kanama bozukluklarından olur.

Q ateşi: Etkene maruz kaldıktan en erken 10 gün sonra ateş, öksürük, ağrı oluşur. Hastalar genellikle hayati açıdan kritik durumda olmazlar. Hastalık 2 gün ile 2 hafta arasında sürer.

Tularemi: Etkenin solunum, sindirim veya cilt yoluyla bulaşmasından 1-2 gün sonra başlayan lenf bezlerinde büyüme, ciltte yara, ateş, baş ağrısı, halsizlik, öksürük ve yara açılması görülür.

Çiçek: Belirtiler ateş, kusma, baş ve sırt ağrısı gibi genel şikayetlerle başlar; 2-3 gün sonra ciltte önce kırmızı lekeler, sonra kabarcıklar ve takiben içi enfekte sıvı dolu kesecikler oluşur. Cilt belirtileri daha çok kollar, bacaklar ve yüzde toplanmıştır ve simetrik yerleşmiştir.

Venezüella ensefalopatisi: 1-6 günlük kuluçka süresinden sonra 24-72 saat süre içinde ateş, ense sertliği, baş ve kas ağrıları başlar, bu şikayetlere bulantı, kusma, ishal eşlik eder.

Botulizm: Belirtiler toksinin alınmasından 12-36 saat sonra başlar. Düşük dozda alındıysa belirtilerin başlaması birkaç günü de bulabilir. Şikayetler bulanık görme, çift görme, göz kapağı düşüklüğü, ağız ve boğaz kuruluğu ve yutma güçlüğü, genel kas güçsüzlüğü ve son evrede solunum yetmezliğidir.

Risin: Toksinin alınmasından 4-8 saat sonra ani yükselen ateş, öksürük, solunum sıkıntısı, bulantı, eklem ağrıları başlar.18-24 saat içinde akciğer ödemi oluşur ve 36-72 saat içinde solunum yetmezliğinden ölüm olur.

Stafilokoksikenterotoksin: Toksinin alınmasından 3-12 saat sonra ani başlayan üşüme ve titremeyle beraber olan ateş, baş ağrısı, kas ağrısı ve kuru öksürükle ilerler. Ateş 2-5 gün sürebilir, öksürük 4 haftaya kadar devam edebilir. Eğer toksin yutulduysa bulantı, kusma, ve ishal görülebilir. Yüksek dozda toksin alındıysa septik şok ve ölüm olur.

Mikotoksin: Toksin alınmasını takiben ciltte ağrılı ve kaşıntıya yol açan içi su dolu kabarcıklar oluşur. Boğaz ağrısı, öksürük, göğüs ağrısı ve kanlı balgam görülür. Yüksek düzeyde alınmaları halinde güçsüzlük, şok ve ölüme yol açar.

DR. EREN FIRAT
AYDINLIK