Pandemi döneminde büyük bir özveri ile çalışıp görevlerini canları pahasına ve fedakârca yerine getiren hekimlerimiz, bu mücadeleyi büyük bir özveri ve fedakârlıkla yerine getirdikleri için kahraman ilan edilirken; bugün emeklerinin karşılığı olarak daha iyi çalışma koşulları ve daha iyi ücret beklentileri olduğu için açıkça yalnız bırakıldılar. Sağlıkta şiddettin önlenemez bir hal alması, mesleki saygınlığın yitirilmesi, çok yoğun mesailerle çalışılması, nöbet sonrası izin sorununun kronik bir hal alması, meşakkatli ve yorucu bir eğitim sonrası alınan ücretin yapılan işe oranla yetersiz kalması, mesleki tatmin duygusunun neredeyse yitirilmesi, yoğun mobbinge maruz kalınması ancak bu sorunun asla çözülememesi gibi durumlar nedeniyle mesleki olarak oldukça yıpranan hekimler, mecburen yurtdışı gibi alternatifler aramak durumunda kalmışlardır. Bu büyük soruna çözüm arayışında olan hekimlerimiz ise cevaben “Giderlerse gitsinler, yerleri doldurulur.” cevabını almışlardır. O zaman gelelim hekimlerimizin yurtdışına gitmesi ile Türkiye ekonomisi ve sağlık sisteminde ne gibi sorunların olabileceğini konuşmaya.
Türkiye yurtdışına en çok öğrenci gönderen ülkeler sıralamasında ilk 15’te. Giden öğrencilerin büyük bir çoğunluğu ise Türkiye’ye dönmemekte. Yaşanan bu beyin göçünün en büyük sebebi, eğitimin değersizleşmesi. Hekimler açısından diğer sebepler ise; yoğun mesailer, düşük ücretler, medikal malpraktis dava riski, önlenemeyen şiddet ve yoğun mobbinge maruz kalmak. Bu sorunların çözümü için hekimler defalarca ilgili kurumlara başvurmuş ancak bir türlü çözüme ulaşamamıştır. Yoğun baskı ve stres altında çalışılmaz bir hal alan sağlık sektörü, haliyle yavaş yavaş hekimlerini kaybetmeye başlamıştır. Bu durum aslında Türkiye’yi her anlamda olumsuz olarak etkilemektedir. Türkiye, sermayesi gelişmekte olan ülkelerdendir. Beyin göçü, gidilen ülkenin bilim ve ekonomisine ciddi katkı sağlarken; Türkiye’nin sağlık alanında gelişmesini yavaşlatmaktadır.
Gelişmiş ülkeler hekimlere yüksek ücret, iyi bir gelir dağılımı, iyi çalışma koşulları, daha iyi yaşam koşulları, eğitim için çok daha iyi fırsatlar, sosyal hayat fırsatları ve iyi araştırma koşulları sunduğu için buralara göç eden hekimler daha iyi hizmet sunarak çalışmakta ve üretmektedir. Türkiye ise çok ciddi beşeri sermaye kaybıyla karşı karşıya kalmaktadır. Üniversite ve sonrasında öğrencisine ciddi maliyet ayıran Türkiye, yetiştirdiği hekimi tutamadığı için yurtdışına kaptırmaktadır. Bu da Türkiye’ye yüksek maliyetlere neden olmaktadır.
Türkiye’de eğitim alan doktor, yurtdışında doktor unvanı ile sistem içinde çalışmaya başlamakta; gittiği ülkenin sağlık sitemine, sermayesine katkı sağlamaktadır. Bu durumun bir süre sonra Türkiye’de yaratacağı ekonomik etki ise büyük olacaktır. Eğitim için yüksek maliyet ayırdığı doktorunu ülkede tutamayan Türkiye, yeni hekim eğitmeye başlayacak ancak mevcut sorunların çözülemeyişinin sonucu olarak sağlık sektöründe çalışacak hekim bulamayacaktır. Yani sistem bir süre sonra Türkiye’yi eğiten ama uygun koşullar sağlayamadığı için çalıştıramayan ülke haline getirecektir. Alanında uzmanlaşmış nitelikli hekim sayısı da gittikçe azalacak ve hastanelerde belli alanlarda hekim bulunamayacaktır. Yetiştirilen ve burada kalan az sayıda yeni hekim ise daha uzmanlaşamadan büyük sorumluluk altına girmek durumunda kalacak ve sistem bir süre sonra o hekimi de çalışamaz hale getirecektir.
Ülkemizde bir sağlık sendikasının yaptığı araştırma sonuçlarına göre geçtiğimiz bir yıl içerisinde 1 doktor (uzman/pratisyen) başına 664 kişi düşerken, 1 doktor başına düşen hasta sayısı 5635'e ulaşmıştır. Süreç içerisinde doktor başına düşen hasta sayısı daha da artacak ve sağlık sitemi bir süre sonra işlememeye başlayacaktır. Yani bir süre sonra Türkiye sağlık hizmeti veremeyecek hale gelecektir. Türkiye’nin sağlık sektörüne yaptığı yatırımlar açısından değerlendirildiğinde, yüksek nitelikli iş gücü kaybı kamu yatırımlarında düşük geri dönüş oranına yol açacaktır. Yani bu göç dalgası durdurulamazsa; Türkiye sağlık sektöründe çalışacak hekim bulamayacak, sağlık sisteminin çöküşü ise kaçınılmaz olacaktır. Çöken bir sağlık sisteminin olduğu ülkede ise ekonomide oluşacak rehavet tahmin edilemez bir boyuta ulaşacaktır. Bu sorunu ise ancak ılımlı bir diyalog zemininde, devletin doktoruna sahip çıkarak çözebileceği çok açıktır. Zira bu ülkenin alevden bir şevk ve omuzlarında dağlar gibi bir sorumluluk taşıyarak yurtdışına eğitim için giden, sonrasında bir bilim insanı olarak ülkesine dönen hekimine sahip çıkan bir devlet anlayışı vardır.
1923 yılında üniversitesinin Devlet Bursu ile Avrupa'ya giden öğrencilerden biri olan Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak; Berlin Üniversitesi’ne gitmek için Sirkeci Garı’nda yola çıkacağı sırada “Gitsem mi, kalsam mı? Beni orada unuturlar mı? Para yollarlar mı?” diye kafası karışmışken bir telgraf alır. Telgraftaki imza Milli Eğitim Bakanı’nındır. Telgraf Atatürk’ün emri ile çekilmiştir. İçinde ise şöyle yazar:
-Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz.
Sadi Irmak duygularını şöyle anlatır: “Gittim, çok çalıştım, çok başarılı oldum. Ülkeme ‘alev’ olarak döndüm.” Ülkesine alev olarak dönen Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak önce İstanbul Üniversitesi Genel ve Beşeri Fizyoloji Enstitüsü’nü kurdu ve sonrasında Kürsü Başkanı oldu. Daha sonra ülkede Başbakanlık görevini yürüttü. İşte tam olarak ülkenin gencini ve öğrencisini kucaklayan bu anlayış; ülkeyi ekonomi, sağlık ve hukuk anlamında medeni devletler seviyesine çıkartır ve ancak bu anlayış ülkeyi kalkındırır.
Av. Pelin GÖKTUĞ
Medikal Malpraktis Derneği